abdulmuttalib'in himayesi

faruk islam

Özel Üye
. ABDULMUTTALİB'İN HİMÂYESİ
Amine'nin de bu dünyadan göçmesinden sonra, Rasûlullah (a.s.)'ın himayesi dedesi Abdulmuttalib'e geçti. Abdulmuttalib, Rasûlullah (a.s.)'ı evine aldı ve O'nu bütün evlâtlarından daha çok sevdi. Abdulmuttalib yetim torununu bir an bile gözünden uzak tutmuyordu. Her zaman yanında bulundururdu. Hz. Peygamber (a.s.) Abdulmuttalib'in ister halvette olsun ister istirahata çekilmiş vaziyette olsun her an yanına gidebilirdi. Halbuki diğer evlâtları otorite ve sertliği yüzünden müsaadesi olmaksızın yanına sokulamazlardı. Abdulmuttalib, sevgili torunu yemek yemediği sürece eline lokma almazdı ve bazen yemek sırasında O'nu kucağına alırdı. Kâ'be'nin duvarlarının dibine Abdulmuttalib'in oturması için halı serilirdi. Buna başka kimse oturmaya cesaret edemezdi. Fakat Hz. Peygamber (a.s.) gelip doğru buna otururdu. Hz. Peygamber (a.s.) o sırada tatlı ve herkesin hoşuna giden bir çocuktu. Amcası Ebû Tâlib O'nu oradan kaldırmak isterdi, ama Abdulmuttalib derdi ki: "Yavrumu bırak. Vallahi, bunun şânı başkadır. Bu çocuğun, bir gün, hiçbir Arab'ın erişemeyeceği yere geleceğini ümit ediyorum." (Bazı rivâyetlere göre Abdulmuttalib, Rasûlullah (a.s.)'ın huyunun çok güzel ve asil olduğunu söylerdi). Abdulmuttalib daha sonra Hz. Muhammed (a.s.)'i yanına alıp sırtını ve başını okşar, yanaklarından öperdi ve torununun sevimli hareketlerini zevkle izlerdi. İbn Sa'd'ın rivâyetine göre, müneccimlik konusunda ihtisas yapmış olan Beni Müdlic'in bazı ileri gelenleri bir defasında Abdulmuttalib'in yanına gelip, torununun istikbalinin çok parlak olduğu kanaatine vardıklarını söylediler. Bu şahıslar, Abdulmuttalib'ten çocuğun iyi korunmasını istediler; zira ayak izlerinin Hz. İbrahim (a.s.)'inkine çok benzediğini açıkladılar. Bu konuşmanın geçtiği sırada Ebu Tâlib de hazır bulunuyordu. Abdulmuttalib O'na dönerek: "Bu beylerin söylediklerine dikkat et ve çocuğu iyi koru" dedi.
Maalesef, Rasûlullah (a.s.), dede sevgisinden de uzun bir müddet yararlanamadı ve henüz 8 yaşında iken Abdülmattalib'i kaybetti. İbni Sa'd ile Hafız Sehâvi, Ümm-ü Eymen'in şu sözlerini nakletmişlerdir. "Abdulmuttalib vefat ettiği zaman Rasûlullah (a.s.)'ın, O'nun yatağının ucunda durup ağladığını gördüm." Daha sonraki yıllarda Rasûlullah (a.s.)'a dedesinin vefatını hatırlayıp hatırlamadığı sorulduğunda şu cevabı verdi: "Evet, çok iyi hatırlıyorum. Ben o zaman 8 yaşında idim."
EBÛ TÂLİB'İN HİMAYESİ
Bazı rivâyetlere göre Abdulmuttalib'in vefatından sonra, O'nun vasiyeti üzerine amcası Ebû Tâlib Hz. Muhammed (a.s.)'i himayesi allına aldı. Bazı rivayetlerde ise Ebu Tâlib'in kendi isteğiyle Hz. Muhammed (a.s.)'in kefaletini üzerine aldığı belirtilmiştir. Ebu Tâlib'in asıl adı Abd-i Menaftı ama Tâlib adlı çocuğun babası olduğu için "Ebu Tâlib" (Tâlib'in babası) künyesi, isminden daha meşhur oldu. Ebu Tâlib'in büyük oğlu Tâlib, Hz. Muhammed (a.s.)'in yaşıtıydı ve amca çocuğunu çok severdi. Bedir savaşı sırasında Kureyşliler, Beni Hâşim'i de zorla savaş meydanına götürdüğü zaman müşriklerin ordusunda Tâlib de yer alıyordu. Fakat kendisi muharebeye katılmadı. Daha sonra ne ölüler arasıda bulundu ne yaralılar arasında. Mekke'ye de geri dönmedi. Kısacası, bu tarihten itibaren kendisi hakkında herhangi bir haber alınamadı.
Ebû Tâlib, Hz. Peygamber (a.s.)'in öz amcasıydı ve O'nu evlatlarından daha çok sevdi ve korudu. Yanında yatırır, her gittiği yere götürürdü. Hz. Muhammed (a.s.) yemeğe gelinceye kadar yemek yemezdi. Vâkıdî'nin çeşitli kaynaklara dayanarak verdiği bilgiye göre, gerek Ebu Tâlib, gerekse ailesinin diğer fertleri her yemekte Hz. Muhammed (a.s.)'in bulunmasına azami dikkat ederlerdi. Hz. Muhammed (a.s.)'in sofrada bulunmadığı zamanlarda yemekten tad almazlardı ve kimsenin karnı doymazdı. Hz. Muhammed (a.s.) sofrada bulunduğu zaman ise herkes doyasıya yedikten sonra da yemek artıp kalırdı. Yani, Hz. Muhammed (a.s.) sofraya bereket getirirdi. Bu nedenle de, O (a.s.) gelmeden yenmezdi. Ebu Tâlib de yemekten önce, Hz. Peygamber (a.s.)'e "oğlum, sen çok mübarek ve bereketlisin" diye hitap ederdi. Yemek sırasında çocuklar kaplara ve tabaklara hücum edince Hz. Peygamber (a.s.) derhal elini çekerdi. Bunun üzerine Ebu Tâlib, Hz. Muhammed (a.s.)'e ayrı bir tabakta yemek verirdi. Evde Ebu Tâlib'e mahsus bir divan vardı, buna kimse oturamazdı. Ama, Hz. Peygamber (a.s.) için herhangi bir yasak ve engel yoktu. Rasûlullah (a.s.) bazen gidip divanda amcasıyla otururdu ve kimse karışamazdı. Bu sebepten dolayıdır ki, Ebu Tâlib bazen şöyle derdi: "Rebia'nın tanrısına yemin ederek söylüyorum, kabile reisliği gerçekten yeğenime yakışıyor."
ÇOBANLIK
Muhtemelen bu dönemde, Hz. Peygamber (a.s.) amcasının kötü mali durumunu gördükten sonra, kendisini çalışması ve aileye mali katkıda bulunması gerektiği kanaatine vardı. Çocukluğunda dadısı Halime'nin yanında bulunduğu sırada süt kardeşleri keçi ve koyunlara bakardı. Hz. Peygamber (a.s.) aynı işi, aklı ermeye başlayınca Mekke'de ücret karşılığı yapmaya koyuldu. Hadislerde Hz. Ubeyd bin Umeyr'in anlattıklarına göre Hz. Peygamber (a.s.) bir defasında şöyle dedi: "Çobanlık yapmamış olan bir peygamber doğmamıştır". Adamlar sordular, "siz de çobanlık yaptınız mı?" Hz. Peygamber (a.s.) "evet" diye cevap verdi. Sahih-i Buhârî'de bir başka hadis vardır. Buhârî'nin, Kitab'ul İcâresi'nde yer alan Hz. Ebu Hureyre'nin naklettiği hadis şöyledir: "Rasûlullah (a.s.), dünyada çobanlık yapmamış olan bir peygamberin bulunmadığını söylediler. Bunun üzerine sahabe kendisinin de böyle yapıp yapmadığını öğrenmek istediler. Hz. Peygamber (a.s.) "evet" diye cevap verdiler ve eklediler: "Ben Mekkelilerin keçi (koyun)lerini birkaç "kırrât" (bir dinarın 1/10'i veya 1/20'i) karşılığında gezdirdim". Ebû Seleme bin Abdurrahman diyor ki, bir defasında Rasûlullah birkaç kişi ile beraber dut ağaçları arasından geçerken kendilerine şöyle buyurdular: "Siyahlaşmış meyveleri koparın, zira ben çobanlık ederken bu meyveleri koparırdım" (İbn Sa'd, Leyden baskısı, s. 79-80).
KÜÇÜK YAŞTAN BERİ FEVKALÂDE ŞAHSİYETİNİN BELİRTİLERİ
Yukarıda bahsettiğimiz Hazreti Peygamber efendimiz (a.s.)'in doğumundan 10-12 yaşma kadar olan devrede, gerek günden güne ortaya çıkan şahsi kabiliyetleri, gerekse başından geçen garip ve akıl almaz olaylar, çevresindekilerin ve O'nu yakından tanıyanların, fevkalâde vasıf, kabiliyet ve meziyete sahip bir şahsiyetin yetişmekte olduğu kanısına varmalarına sebep oldu. Hazreti Peygamber (a.s.)'in şahsiyeti sadece bereketler ve Mu'cizeler yaratmıyordu, aynı zamanda tabiatı, huyu, alışkanlıkları ve vasıflarının da diğer çocuklardan farklı olduğu gün gibi aşikârdı ve dış görünümü bile olağanüstü kişiliğini açığa vuruyordu.
Beyhakî ve İbn Cerir, Hz. Ali'ye dayanarak şu hadisi nakletmişlerdir: "Rasûlullah buyurdular ki, 'Cahiliyye döneminde diğer insanların yaptıkları kötü işlere sadece iki defa meylettim, ama her ikisinden de Allah beni korudu. Bundan sonra kötü fikirler aklıma bile gelmediler. Bir defasında benimle beraber çobanlık yapan arkadaşıma dedim ki: "Bak arkadaş, sen biraz benim keçi ve koyunlarıma göz kulak ol. Ben Mekke'ye gidip diğer gençlerin ilgilendikleri gece hayatına bakayım nasıl oluyor". O arkadaş razı oldu. Derken, şehre yöneldim. Rastladığım ilk evden def ve şarkı sesi geliyordu. Adamlara sordum, ne oluyor diye. Dediler ki düğün var. Ben orada biraz beklemeyi yeğledim. Fakat hemen sonra öyle bir uyku bastı ki, sızıp kaldım. Ta ki, sabah oldu ve güneş ışınları gözüme vurunca uyandım. Oradan arkadaşıma döndüm. Kendisine ne olduğunu anlattım. Öbür gece arkadaşıma yine şehre inmek istediğimi söyledim. Bu defa da aynı şekilde anlaştık ve ben Mekke yolunu tuttum. Şehre girdikten sonra kulağıma yine müzik sesi geldi. Ben durumu öğrenmek için oturur oturmaz yine uyuya kaldım ve yine sabahladım. Dönüşte arkadaşıma dedim ki bu defa da bir şey olmadı. Bundan sonra böyle şeylerle hiç ilgilenmedim."
İbni Sâ'd, Ümm-ü Eymen'in şu rivâyetini nakletmiştir. Kureyşliler Büvâne adında bir puta taparlardı. Bu puta adak ve hediyelerini sunar ve çevresinde itikaf ederlerdi. Ayrıca onun uğruna kurban da keserlerdi. Ebu Tâlib de adet üzere ailesiyle birlikte oraya giderdi. Henüz erginliğe erişmemiş olan Hz. Muhammed (a.s.)'in de bu putun yanına gitmesi istenir, ama her defasında Hz. Muhammed (a.s.) bu isteği reddederdi. Bazen bu yüzden bayağı gerginlik olurdu. Gerek Ebu Tâlib, gerekse teyzeleri, Hz. Muhammed (a.s.)'in bu tutumunu çok yadırgarlardı. Bir defasında, Müvâne festivali sırasında büyüklerin sürekli baskı ve ısrarlarından kurtulmak için Hz. Peygamber (a.s.) evi terk etti ve uzun süre ortalıkta görünmedi. Evdekiler merak etmeye başladılar. Nihayet sarsılmış ve bitkin bir şekilde eve döndü. Teyzeleri hemen yanına gidip, "evlâdım, sana ne oldu?" diye sordular. Hz. Peygamber (a.s.) kendisine bir şey olacağından korktuğunu söyledi. Teyzeleri, "aman Yüce Tanrı seni Şeytan'ın kötülüğüne kaptırmasın. Çünkü sende büyük meziyetler var" dediler. Hz. Muhammed (a.s.)'in anlattığına göre festival sırasında kendisi Kâ'be'deki putlara yaklaşmaya çalışmış ama her defasında beyaz tenli uzun boylu bir kişi kendisini, "sakın Muhammed bunlara yaklaşma, bunlardan uzak dur" diyerek uyarmıştı. Ümm-ü Eymen diyor ki, bundan sonra Hz. Peygamber (a.s.) hiçbir zaman bu tür festivallere katılmadı.
İbni Hişâm, İbni İshâk'a dayanarak şunları yazmıştır: Ezd-i Şeneve'nin bir kolu olan Lihb kabilesine bağlı olan bir müneccim ve kâhin arada sırada Mekke'ye gelirdi. Bu kâhin şehre geldiğinde Kureyşliler kendi çocuklarını onun yanına götürür ve dış görünümlerinden gelecekleri hakkında bilgi edinirlerdi. Bu şahıs bir defasında Mekke'ye geldiğinde Ebu Tâlib diğer çocuklar ile birlikte Hz. Muhammed (a.s.)'i de yanına götürdü. Bu şahıs Hz. Muhammed (a.s.)'e şöyle bir baktı ve başka işlerle meşgul oluverdi. O işi bitirdikten sonra Ebu Tâlib'e biraz önceki çocuğu tekrar görmek istediğini söyledi. Ebu Tâlib, kâhinin Hz. Muhammed (a.s.)'i görmeye hevesli olduğunu görünce yeğenini bir tarafa kaçırdı. Kâhin dedi ki: "Lütfen o çocuğu bana getirin, yemin ediyorum, o büyük adam olacaktır."
Muhammed bin İshâk'ın bir rivâyeti şöyledir: "Rasûlullah buyurdular ki, 'bir defasında Kureyşli çocuklarla beraber oynuyordum. Hepimiz taşları topluyorduk. Diğer çocuklar bellerine bağladıkları donları çıkarıp taşları taşıdıkları için çıplak kalmışlardı. Ben de donumu çıkarmak istediğim zaman yüzüme bir yumruk yedim ve bir ses, bana 'donunu bağla' dedi. Bunun üzerine donumu tekrar bağladım." Böylece küçük yaşta bile Hz. Peygamber (a.s.)'in çıplak dolaşması önlenmişti. Buna benzer bir vak'a, Hz. Peygamber (a.s.) 35 yaşında iken meydana geldi. Hz. Peygamber (a.s.)'in nübüvvetine 5 sene kalmıştı. Kureyşliler Kâbe'yi yeniden inşa ediyorlardı. O sırada herkes donlarını boyunlarına asıp taşları taşıyorlardı ve küçük, büyük kimsede çıplaklık duygusu yoktu. Hz. Abbas (r.a.), Hz. Muhammed (a.s.)'in de aynı şeyi yapmasını istedi. Fakat Hz. Muhammed (a.s.) elini donuna uzatır uzatmaz bayılıverdi ve gözleri göğe doğru dikilmiş oldu. Daha sonra, "donum, donum" diye feryad etmeye başladı ve derhal donunu düzeltti. Bu vak'a, sahih hadislerde Hz. Cabir bin Abdullah tarafından rivayet edilmiştir. Abdurrezzak, Taberanî ve Hakim'in ise Ebu't Tufeyl'e dayanarak naklettikleri rivayete göre, gaipten bir ses geldi: "Ey Muhammed, hayalarını ört". Fakat hiçbir rivayette, Hz. Muhammed (a.s.)'in tamamıyla çıplak kaldığı belirtilmemiştir. Anlaşılan, Hz. Peygam¬ber (a.s.) kendisini çıplak edecek duruma gelmeden önce şuurunu kaybediverdi.
PUT PERESTLİKTEN NEFRET
Hz. Muhammed (a.s.) çocukluğundan beri şirk ve putperestliğin bütün icap ve belirtilerinden şiddetle nefret ederdi ve peygamberliğinden önceki Cahiliyye döneminde bile herhangi bir dini saplantıya girmemişti. Sahih-i Buhârî'nin el-Menâkıb başlıklı bölümlerinde Zeyd bin Amr bin Nufeyl'in hadisleri arasında Hz. Abdullah bin Ömer'in rivayet ettiği bir hadis vardır ki, şöyle özetlenebilir: "Bir defasında Rasûlullah (a.s.)'a putlara takdim edilen yemek ve onlar için kesilen kurbanın eti verildi. Ama Rasûlullah (a.s.) bu yemeklere dokunmadı." Müsned-i Ahmed'de Hz. Urve bin Zübeyr'in naklettiği bir hadise göre, kendisine Hz. Hatice (r.a.)'nin bir komşusu şunları söyledi: "Bir defasında ben Rasûlullah (a.s.)'ın Hz. Hatice'ye şunları söylediğini duydum: 'Ey Hatice! Vallahi ben hiçbir zaman Lât ve Uzza'ya ibadet etmeyeceğim. Buna cevap olarak da Hz. Hatice şunları söyledi: Bırakın Lat'ı ve bırakın Uzza'yı.' Bu olayı anlattıktan sonra o komşu, Hz. Urve'yi o sıralarda Kureyşlilerin akşam yatmadan önce bu putlara ibadet ettiklerini bildirdi. Bu olay muhtemelen Hz. Peygamber (a.s.)'in evliliğin ilk yıllarında meydana gelmişti.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

MURATS44

Özel Üye
emeğinize sağlık Faruk İslam Bey. Bu konu çok anlam ifade ediyor. Aslında çok daha uzun ve detaylı bir konuda düşünecek çok şey var. O zamanın şartlarında Peygamber efendimizin (sav) yetiştirilmesi ve himayesinde , Dedesi Abdulmuttalibim himayesi yanında Allah ac'ın bir himayesi var ki..... Alemlere rahmet efendimizin hayatının her anı, her dakikası çok önemli dersler içeriyor.
Allah ac razı olsun sizden. emeğinize sağlık.
 
Üst Alt