ÜÇÜNCÜ CİLD, 47. ci MEKTÛB Bu mektûb, zemânın sultânı [Selîm Cihângir hân] “rahmetullahi teâlâ aleyh” için yazılmışdır. Düâ etmekdeki gizli bilgileri açıklamakda, âlimleri övmekdedir:
Düâcılarınızın en aşağısı Ahmed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yüksek sığınak yerinize ve üstün hizmetcilerinizin kapısına, kırıklığımı ve düâlarımı bildiririm. Kölelerin yükselmesi, câhil ve âlim, yakın ve uzak herkesin korkusuz ve râhatça yaşaması ni’metine şükr ederim. Ümmîdlendiğim ve kabûl olunacağını umduğum zemânlarda ve fakîrlerin toplantılarında, kahraman askerinize yardım, feth ve zafer ihsân etmesi için, Allahü teâlâya düâ etmekdeyim.
Allahü teâlâ, abes, fâidesiz hiçbirşey yaratmaz. Askerin, ordunun vazîfesi, devleti kuvvetlendirmekdir. Bu parlak dînin yayılması, devletin yardımı ile olur. (İslâmiyyet kılınçların altındadır) buyuruldu. Bu kıymetli iş, düâ askerine de ihsân edilmişdir. Düâcılar, fakîr, muhtâc ve hep sıkıntı içinde yaşıyan kimselerdir.
Devletin kuvvetlenmesi için yardım yapılması iki dürlü olur: Birincisi, maddî sebeblerle olur. Bu da, asker ile, ordu ile [teknik, ekonomik vâsıtalarla] yapılır. Bunların hepsi meydânda olan, görülen yardımlardır. Yardımın ikincisi, hakîkî yardım olup, sebebleri yaratan tarafından yapılmakdadır. Âl-i İmrân sûresinin yüzyirmialtıncı âyetinde ve Enfâl sûresinde meâlen, (Yardım, ancak ve yalnız Allahdandır) buyuruldu. Bu yardıma, düâ ordusu vâsıtası ile kavuşulur. Düâ ordusunun askerleri, herkesden aşağı ve kalbleri kırık olduğu için, gazâ ordusu askerinden dahâ ileri oldu. Sebebleri geride bırakarak, bunların yaratıcısı ile ilgi kurdu. Fârisî mısra’ tercemesi:
Gönlü kırık olanlar, topu ileri sürdü.
Bundan başka, düâ, kazâyı, belâyı def’ eder. Hep doğru söyleyici “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”, (Kazâ, ancak ve yalnız düâ ile durdurulur) buyurdu. Kılınç, cihâd [ve her çeşid harb vâsıtaları] kazâyı durduramaz. Görülüyor ki, düâ ordusunun askerleri, kuvvetsiz ve kırık oldukları hâlde, gazâ ordusunun askerinden dahâ ehemmiyyetlidir. Düâ ordusunun askerleri, gazâ ordusu askerlerinin rûhu gibidir. Gazâ ordusunun askerleri, onların kalıpları, bedenleridir. O hâlde, gazâ ordusunun askeri, düâ ordusu olmadıkca, iş başaramaz. Çünki, rûhsuz bedene hiçbir yardımın ve kuvvetin fâidesi olmaz. Bunun içindir ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, gazâlarında ve sıkıntılı zemânlarında, muhâcirlerin fakîrleri hürmetine Allahü teâlâdan yardım dilerdi. Askeri, ordusu olduğu hâlde, muhâcirlerin fakîrlerini vesîle ederek düâ ederdi. Düâ ordusunun askeri olan biz fakîrler, boynumuz bükük, herkesin gözünde aşağı ve kalbimiz kırıkdır. Çünki, (Fakîrlik dünyâda ve âhıretde yüz karasıdır) denilmişdir. Böyle aşağı olmakla birlikde, kıymetlenmekde ve iş adamlarından ileri olmakdadır. Hep doğru söyleyici, (Muhbir-i sâdık) “aleyhi minessalevâti etemmühâ” buyurdu ki, (Kıyâmet günü, şehîdlerin kanını, âlimlerin mürekkebi ile dartarlar. Mürekkeb ağır gelir). Sübhânallâhi ve bi-hamdihi. Bu karanlık ve kara yüzlülük, bunların izzetine, şerefine sebeb olmakdadır. Bunları en aşağıdan en yukarıya yükseltmekdedir. Evet, fârisî mısra’ tercemesi:
Âb-ı hayât karanlık yerlerde bulunur!
Bu çok aşağı düâcınız, her ne kadar kendisini düâ ordusu askerlerinin arasında görmeğe lâyık değil ise de, yalnız fakîrlik ismi ve düânın kabûl olmak ihtimâli ile, kendisini kuvvetli devletinizin düâcıları arasında saymakda ve hâli ile ve dili ile her zemân düâ etmekde ve selâmetiniz için Fâtiha okumakdadır. [Fâtiha sûresinin ma’nâsı, (Cevâb Veremedi) kitâbının 141.ci sahîfesinde yazılıdır.] Yâ Rabbî! Düâlarımızı kabûl eyle! Sen her sözü işitici ve her şeyi bilicisin!
Düâcılarınızın en aşağısı Ahmed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yüksek sığınak yerinize ve üstün hizmetcilerinizin kapısına, kırıklığımı ve düâlarımı bildiririm. Kölelerin yükselmesi, câhil ve âlim, yakın ve uzak herkesin korkusuz ve râhatça yaşaması ni’metine şükr ederim. Ümmîdlendiğim ve kabûl olunacağını umduğum zemânlarda ve fakîrlerin toplantılarında, kahraman askerinize yardım, feth ve zafer ihsân etmesi için, Allahü teâlâya düâ etmekdeyim.
Allahü teâlâ, abes, fâidesiz hiçbirşey yaratmaz. Askerin, ordunun vazîfesi, devleti kuvvetlendirmekdir. Bu parlak dînin yayılması, devletin yardımı ile olur. (İslâmiyyet kılınçların altındadır) buyuruldu. Bu kıymetli iş, düâ askerine de ihsân edilmişdir. Düâcılar, fakîr, muhtâc ve hep sıkıntı içinde yaşıyan kimselerdir.
Devletin kuvvetlenmesi için yardım yapılması iki dürlü olur: Birincisi, maddî sebeblerle olur. Bu da, asker ile, ordu ile [teknik, ekonomik vâsıtalarla] yapılır. Bunların hepsi meydânda olan, görülen yardımlardır. Yardımın ikincisi, hakîkî yardım olup, sebebleri yaratan tarafından yapılmakdadır. Âl-i İmrân sûresinin yüzyirmialtıncı âyetinde ve Enfâl sûresinde meâlen, (Yardım, ancak ve yalnız Allahdandır) buyuruldu. Bu yardıma, düâ ordusu vâsıtası ile kavuşulur. Düâ ordusunun askerleri, herkesden aşağı ve kalbleri kırık olduğu için, gazâ ordusu askerinden dahâ ileri oldu. Sebebleri geride bırakarak, bunların yaratıcısı ile ilgi kurdu. Fârisî mısra’ tercemesi:
Gönlü kırık olanlar, topu ileri sürdü.
Bundan başka, düâ, kazâyı, belâyı def’ eder. Hep doğru söyleyici “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”, (Kazâ, ancak ve yalnız düâ ile durdurulur) buyurdu. Kılınç, cihâd [ve her çeşid harb vâsıtaları] kazâyı durduramaz. Görülüyor ki, düâ ordusunun askerleri, kuvvetsiz ve kırık oldukları hâlde, gazâ ordusunun askerinden dahâ ehemmiyyetlidir. Düâ ordusunun askerleri, gazâ ordusu askerlerinin rûhu gibidir. Gazâ ordusunun askerleri, onların kalıpları, bedenleridir. O hâlde, gazâ ordusunun askeri, düâ ordusu olmadıkca, iş başaramaz. Çünki, rûhsuz bedene hiçbir yardımın ve kuvvetin fâidesi olmaz. Bunun içindir ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, gazâlarında ve sıkıntılı zemânlarında, muhâcirlerin fakîrleri hürmetine Allahü teâlâdan yardım dilerdi. Askeri, ordusu olduğu hâlde, muhâcirlerin fakîrlerini vesîle ederek düâ ederdi. Düâ ordusunun askeri olan biz fakîrler, boynumuz bükük, herkesin gözünde aşağı ve kalbimiz kırıkdır. Çünki, (Fakîrlik dünyâda ve âhıretde yüz karasıdır) denilmişdir. Böyle aşağı olmakla birlikde, kıymetlenmekde ve iş adamlarından ileri olmakdadır. Hep doğru söyleyici, (Muhbir-i sâdık) “aleyhi minessalevâti etemmühâ” buyurdu ki, (Kıyâmet günü, şehîdlerin kanını, âlimlerin mürekkebi ile dartarlar. Mürekkeb ağır gelir). Sübhânallâhi ve bi-hamdihi. Bu karanlık ve kara yüzlülük, bunların izzetine, şerefine sebeb olmakdadır. Bunları en aşağıdan en yukarıya yükseltmekdedir. Evet, fârisî mısra’ tercemesi:
Âb-ı hayât karanlık yerlerde bulunur!
Bu çok aşağı düâcınız, her ne kadar kendisini düâ ordusu askerlerinin arasında görmeğe lâyık değil ise de, yalnız fakîrlik ismi ve düânın kabûl olmak ihtimâli ile, kendisini kuvvetli devletinizin düâcıları arasında saymakda ve hâli ile ve dili ile her zemân düâ etmekde ve selâmetiniz için Fâtiha okumakdadır. [Fâtiha sûresinin ma’nâsı, (Cevâb Veremedi) kitâbının 141.ci sahîfesinde yazılıdır.] Yâ Rabbî! Düâlarımızı kabûl eyle! Sen her sözü işitici ve her şeyi bilicisin!