MURATS44
Özel Üye
Çocuk Muhammed artık sekiz yaşındadır. Ebu Talib’in evine geçer. Fakir Ebu Talib yaşamını sürdürebilmek için çocuklarını bile çalıştırmak zorundadır. Onlar da çobanlık yaparak aileye katkıda bulunurlar. Muhammed de çalışmaya başlar, o da çoban olur. Zaten bütün peygamberler yaşamlarının bir döneminde bu işi yapmıştır. Bu, ilerdeki misyonu için ihtiyaç duyacağı sabır eğitiminin önemli bir parçası olur. Zaten bir peygamberin bütün hayatı onu var oluş misyonuna hazırlamaya dönük olarak düzenlenir. İlahi kader yaşadıkları en küçük ve basit olayı bile özel bir amaca dayandırır.
Muhammed, ilk günler Ebu Talib’in evinde alabildiğine çekingendir. Aile sofraya oturduğunda kuzenleri ellerini rahat rahat yemeğe uzatırken o yetimliğinin, öksüzlüğünün ve şimdi baba yerini tutan dedeyi de kaybetmiş olmanın bütün burukluğu ve garipliğiyle bir kenarda boynu bükük kalır. Sofradan bir kat daha garip ve aç olarak kalkar. Ve daha sekiz yaşında bir çocuktur. Fakat çok sürmez, amca Ebu Talib O’ndaki bu burukluğun derinliğini hisseder ve bütün şefkatiyle, bütün sevgisiyle Abdullah’ın, Amine’nin ve Abdülmuttalib’in boşluğunu doldurmaya soyunur. Kendi çocuklarından daha fazla sever, sahip çıkar. Bu hassasiyetinde eşi Esed kızı Fatıma da onu yalnız bırakmaz. O da, bütün gayretiyle gerçek bir anne olmaya çalışır. Ve bu ilgisi Hz. Muhammed’in vefa hazinesinden Fatıma yengeye de yüklü bir pay kazandırır. Seneler sonra anne yerini tutan yengesi Fatıma’nın vefatında o günleri yeniden hatırlayacak ve onu mezarına kendi hırkasıyla kefenlemiş halde, kendi elleriyle yerleştirirken, gözleri yaşlı:
“Sen benim annemden sonra annem oldun. Karnımı doyurdun, giydirdin, bana baktın, güzel bir yiyecek bulduğunda kendin yemedin, bana yedirdin.” sözleriyle uğurlayacaktır.
Fakat bütün bunlara rağmen hepsi hepsi sekiz yaşında bir çocuktur. Ve gerçek anneden de gerçek babadan da çok uzaktır. Acaba kaç Mekke gecesinde insanlar uykudayken O, örtüyü başına çekmiş ve “ Anne!” diye ağlamıştır? Acaba kaç Bayram sabahında anne - babalarının elinden tutmuş Mekkeli çocukları gördükçe halinin burukluğuyla Bayram’ı zehir olmuş ve sonra da bir köşeye sinip, garipliğini hıçkırıklar halinde yine kendi göğsüne gömmüştür?
İşte, çocukluğunun kalan kısmı da öyle geçer.
Muhammed, ilk günler Ebu Talib’in evinde alabildiğine çekingendir. Aile sofraya oturduğunda kuzenleri ellerini rahat rahat yemeğe uzatırken o yetimliğinin, öksüzlüğünün ve şimdi baba yerini tutan dedeyi de kaybetmiş olmanın bütün burukluğu ve garipliğiyle bir kenarda boynu bükük kalır. Sofradan bir kat daha garip ve aç olarak kalkar. Ve daha sekiz yaşında bir çocuktur. Fakat çok sürmez, amca Ebu Talib O’ndaki bu burukluğun derinliğini hisseder ve bütün şefkatiyle, bütün sevgisiyle Abdullah’ın, Amine’nin ve Abdülmuttalib’in boşluğunu doldurmaya soyunur. Kendi çocuklarından daha fazla sever, sahip çıkar. Bu hassasiyetinde eşi Esed kızı Fatıma da onu yalnız bırakmaz. O da, bütün gayretiyle gerçek bir anne olmaya çalışır. Ve bu ilgisi Hz. Muhammed’in vefa hazinesinden Fatıma yengeye de yüklü bir pay kazandırır. Seneler sonra anne yerini tutan yengesi Fatıma’nın vefatında o günleri yeniden hatırlayacak ve onu mezarına kendi hırkasıyla kefenlemiş halde, kendi elleriyle yerleştirirken, gözleri yaşlı:
“Sen benim annemden sonra annem oldun. Karnımı doyurdun, giydirdin, bana baktın, güzel bir yiyecek bulduğunda kendin yemedin, bana yedirdin.” sözleriyle uğurlayacaktır.
Fakat bütün bunlara rağmen hepsi hepsi sekiz yaşında bir çocuktur. Ve gerçek anneden de gerçek babadan da çok uzaktır. Acaba kaç Mekke gecesinde insanlar uykudayken O, örtüyü başına çekmiş ve “ Anne!” diye ağlamıştır? Acaba kaç Bayram sabahında anne - babalarının elinden tutmuş Mekkeli çocukları gördükçe halinin burukluğuyla Bayram’ı zehir olmuş ve sonra da bir köşeye sinip, garipliğini hıçkırıklar halinde yine kendi göğsüne gömmüştür?
İşte, çocukluğunun kalan kısmı da öyle geçer.