NOT
NOT
3000 yıllık bir ceset düşününüz. İlaçlanmamış, mumyalanmamış, dondurulmamış. Fakat buna rağmen vücudu bozulmamış, etler dökülmemiş, tüyler kaybolmamış. Kurân-ı Kerîm’in bir hükmünü teyit etmek için, yüce bir kudret tarafından yüzyıllar boyunca muhafaza edilmiş.
Şu anda İngiltere’deki bir müzede teşhir edilen ve gören gözleri dehşete düşüren bu mûcizenin Türk kamuoyuna ilk defa duyurulmasıyla, önemli bir gerçeği daha sergilemiş olduğumuza inanıyoruz.
Londra’daki ünlü British Müzesi’ni gezenleri dehşet içinde bırakan ve dikkatle izlenen bir bölüm vardır. Mumyalar Bölümü. Bu bölümdeki en dikkat çekici ceset ise, cam bir fanus içinde bulunan ve Cesedin en hayret verici özelliği ise mumyalanmamış oluşudur. Bilindiği gibi mumyalanmış cesetlerin iç organlarından bazıları çıkarılmış ve diğer kısımları ilaçlanmış durumdadır. Oysa ki bu cesede el sürülmemiş ve hiçbir kimyevî muamele yapılmamıştır.
Secde durumunda duran bir insana aittir. Bu cesedin bütün organları tamdır. Hatta başındaki sararmış saçlarıyla sakalları dahi rahatlıkla görülebilmektedir. Acaba cesetlerin birkaç haftada tamamen bozulduğu bilinen bir gerçek iken, bu ceset nasıl olmuş da 30 yüzyıl boyunca çürümemiş ve dağılmamıştır? Mumyaların bile zamanla bozulduğu biliniyorken, dünyada bir eşi daha bulunmayan bu cesedin bozulmamasının sırrı nedir?
Bu sırrın çözümünü kutsal kitabımız Kurân’a bırakıyor ve 1400 yıl öncesinden bildirilen ve günümüzde açıklığa kavuşan bu olayı, âyetlere dayanarak açıklıyoruz.
Olayın anlatıldığı âyetlerin numaraları tek tek verilecek ve bunların mealleri, kelimesi kelimesine aktarılacaktır. Böylelikle kutsal kitabımızın büyük bir mûcize olduğu bir kere daha ispatlanmış olacaktır. Ele alacağımız âyetler, Hz. Musa’nın firavunla olan mücâdelesini, ibretli bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Hz. Musa, M.Ö. 1200’lü yıllarda yaşamış ve hayır ile şer arasındaki mücâdele, onun zamanında da devam. etmiştir. Bilindiği gibi firavun, onun can düşmanıdır. Bir rüyasında, doğacak bir erkek çocuğun daha sonra kendisini öldürüp saltanatına son vereceğini gören firavun, yeni doğan ve doğacak olan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretmiş; fakat Allah, Hz. Musa’yı koruyarak, onu ileri yaşlarda peygamberlikle şereflendirmiştir.
Firavunun Hz. Musa’yla olan mücâdelesi, onun peygamber olmasından sonra daha da hız kazanmıştır. Firavun’un Hz. Musa’yla ona îman eden İsrailoğulları’na karşı büyük bir zulme başlaması üzerine, Hz. Musa ve ona tâbi olanların, Mısır’dan çıkıp gitmelerine Allah tarafından izin verilir. Bundan haberdar olan Firavun, çok kuvvetli bir orduyla onları takibe başlar.
Hz. Musa, bu takipten kurtulmak için, Allah’ın şevkiyle Kızıldeniz kenarına kadar gelmişti. Önlerinde düşman gibi deniz, arkalarındaysa deniz gibi düşman vardı. İşte bu korkunç vaziyette iken Hz. Musa, asasını denize vurmuş ve ordusunu Allah’ın emriyle ikiye ayrılan denizden geçirerek selâmete ulaştırmıştı.
Firavun ve askerleri, Kızıldeniz’i boydan boya kaplayan bu mûcizeyi dehşetle görmüşler, ancak kin ve düşmanlıklarını yenemeyerek takibe devam etmişlerdi. Sözde, kendileri de ikiye ayrılmış olan denizden geçebileceklerdi. Gerçekten de deniz önceleri kapanmadı. Fakat firavunun ordusu, dalgaların duvar gibi çevrelediği yolun ortasına geldiğinde, deniz birleşmeye başladı ve ordu, firavun dâhil tek bir kişi dahi kurtulamadan sulara gömüldü.
Yûnus Sûresinin 90 ve 91. âyetleri, bu hâdiseyi şöyle anlatıyor.
İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri, haksızlık ve düşmanlıkla artlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda “İsrailoğulları’nın imân ettiğinden başka (Yâni Allah’tan başka) bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.” dedi. Fakat Allah firavunun îmanını kabul etmemiş ve ona Cebrail vasıtası ile şöyle hitap buyurmuştur: Ona: “Şimdi mi inandın, daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” dendi.
Aynı surenin 92. âyetinde ise, şöyle buyrulmaktadır. “Felyevme nünecciyke bibedenike…”
Suda gark olan Firavuna der. “Bugün senin gark olan (Boğulan) cesedine necat (Kurtuluş) vereceğim” (Sözler-373)
“Tâ ki, senden geridekilere bir ibret olasın. Ve şüphe yok ki, nâstan (insanlardan) birçokları bizim âyetlerimizden (Kanıtlarımızdan) elbette gâfillerdir.”
Evet, Kurân, haktır ve gerçektir. Hiçbir hükmü yanlış çıkmamıştır. Âyetlerde gayet bâriz bir şekilde belirtilen firavun olayı da, bunun bir başka örneğidir. Çünkü aradan yüzyıllar geçmiş ve dünyada bir başka eşi daha bulunmayan o ceset, 3000 yıllık bir mûcizeyi gözler önüne sermek üzere çağımızın sahillerine atılmıştır.
Cebelein mevkiinde bulunan ceset, onu kızgın kumlar arasından çıkaran İngiliz araştırma ekibi tarafından ülkelerine götürülmüş ve British Müzesi’ne kaldırılmıştır.
Cesetlerin yaşını tespit etmekte uygulanan metotların, günümüzde kesin bir sonuç vermediği kabul edilmektedir. Fakat Karbon 14 metodunun uygulandığı bu cesedin en az 3000 senelik olduğu, yani Hz. Musa devrinde yaşadığı bilinmektedir.
İlmî araştırmalarla birlikte âyet ve tefsirlerde, olayı teyit eder mahiyettedir.
Örneğin 1144’te vefât eden Zemahşeri, Yûnus sûresinin ,92. âyetinin tefsirini aynen şu şekilde yapmakta ve kendisinden 8 yüzyıl sonra bulunacak olan bu cesedi, âdeta görür gibi betimlemektedir.
“…. Seni, deniz kenarında bir köşeye atacağız… Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış halde, çıplak ve elbisesiz olarak, senden yüzyıllar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.”
Ayet ve tefsirlerde, firavuna ait cesedin “tam” olacağının bildirilmesi, onun mumyalanmamış durumda olacağını ispatlamaktadır. Çünkü mumyalanmış, cesetlerin iç organları eksiktir. O halde dünyada bir benzeri dahi bulunmayan bu ceset, âyet ve tefsirlere bu noktadan da uygunluk sunmaktadır.
Evet, bir cesedin 3000 yıl muhafaza edilmesi, kutsal kitabımızın sahibi olan Rabbimizin kudretine, elbette ağır gelmeyecektir. Fakat bizler, o secde durumundaki cesetten ibret almalı ve Rabbimizin kudreti karşısında secdeye varmalıyız.