179- Arş ve Kürsî. Kalbin üstünlükleri 2.Cild 76.cı mektûb

HASAN CAN

Active member
İKİNCİ CİLD, 76. cı MEKTÛB Bu mektûb, mevlânâ Hüseyne yazılmış olup, Arşı ve Kürsîyi bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun beğendiği, seçdiği kullarına selâm olsun!
Arş-ı Mecîd, Allahü teâlânın şaşılacak mahlûklarından biridir. Âlem-i halk ile âlem-i emr arasındadır. Âlem-i kebîrdendir. Âlem-i halkın en büyüğüdür. Âlem-i halka da benzer, âlem-i emre de benzer. (Âlem-i halk), [madde âlemidir] yerler, dağlar, gökler olup, [bu âleme (Âlem-i şehâdet) de denir. (Âlem-i mülk) de denildiği, (Reşehât)da yazılıdır] bu âlem, altı günde yaratılmışdır. Fussılet sûresinde, dokuzuncu âyetde meâlen, (Yer küresini iki günde yaratdı) buyuruyor. Arş, âlem-i halkdan önce yaratıldı. Nitekim, Hûd sûresinde, yedinci âyet-i kerîmede meâlen, (Allahü teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yaratdı ve Arşı, su üzerinde idi) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, suyun, yerden ve göklerden önce yaratıldığını gösteriyor. Demek ki Arş, yerin yapısında olmadığı gibi, göklerin yapısına da benzemez. Çünki Arş, âlem-i emre çok benzer. Bunlar ise, hiç benzemez. Arş, yerden ziyâde, göklere benzer. Bunun için göklerden sayılmakdadır. Fekat o, yer küresi olmadığı gibi, gök de değildir. O hâlde, yere ve göke benzer tarafı yokdur.
Kürsîye gelince, Bekara sûresi, ikiyüzellibeşinci âyeti olan Âyet-el-kürsîde meâlen, (Onun Kürsîsi, göklerden ve yerden genişdir) buyuruldu. Demek ki, Kürsî de, göklerden başka bir şeydir. Kürsî, âlem-i emrden değildir. Çünki, Arşın altında olduğu söylenilmişdir. (Âlem-i emr) ise, Arşın üstündedir. [Maddeli ve zemânlı değildir. Âlem-i emre, (Âlem-i melekût) ve (Âlem-i ervâh) da denir.] Kürsî, âlem-i halkdan olunca ve göklerden ayrı olarak yaratıldığı için, bu altı günün dışında yaratılması lâzım geliyor. Nitekim, âlem-i halkdan olan su, altı günün dışında yaratıldı ve dahâ önce yaratıldı. Kürsî için bize birşey bildirilmediğinden onu başka zemâna bırakıyorum. Bilgi vermesini, Hak celle ve âlânın lutfünden, kereminden bekliyorum. Yâ Rabbî! Bilgimizi artdır!
Yukarıdaki yazı, iki şübheyi aydınlatmış oldu: Biri, yer ile gökler olmayınca, altı gün nasıl belli olur? Pazar günü, pazartesiden nasıl ayırd edilir? Arşın göklerden önce yaratıldığı bilinince, zemânın belli olacağı anlaşılır ve günler hâsıl olur. [Gece gündüz olması lâzım değildir. Nitekim, kutublarda altı ay gündüz ve altı ay gece oluyor. Fekat altı aylık, ya’nî yüzseksen günlük zemân diyoruz.] Günlerin birbirinden ayrı olması için, güneşin doğup batması şart değildir. Nitekim, Cennetde günler ayrı ayrı olacakdır. Hâlbuki, Cennetde güneşin doğup batması yokdur.
İkinci şübhe, bu fakîrin [ya’nî İmâm-ı Rabbânînin] bilgisine göredir. Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde, (Yere ve göke sığmam. Fekat, mü’min kulumun kalbine sığarım) buyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, tam zuhûr, mü’min kulun kalbine mahsûsdur. Hâlbuki, birkaç mektûbda tam zuhûr, Arşa mahsûsdur demişdim ve kalbdeki zuhûr, Arşdaki zuhûrdan bir şuâ’ olduğunu bildirmişdim. [Kelimeleri Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem”, ma’nâları, Allahü teâlâdan olan hadîs-i şerîflere, (Hadîs-i kudsî) denir.] Yukarıda bildirilenden anlaşıldı ki, Arş-ı mecîdin hâli, hükmü, yerin ve göklerin hâli, hükmü gibi değildir. Mü’minin kalbine sığmaz ve Arşa sığar. Cevâbı şudur ki, yer ve gökler ve bunların içinde bulunan herşey, böyle geniş değildir. Yalnız mü’min kulun kalbinde bu genişlik vardır. Hadîs-i kudsîde, kalbin, yer ve göklere göre geniş olduğu bildirildi. Bütün mahlûkâta göre geniş buyurulmadı ki, Arş da hesâba katılmış olsun. O hâlde, başka mektûblardaki yazılarımız, hadîs-i kudsîye uymuyor denilemez.
Arş-ı mecîde tam zuhûr vardır. Yeri ve gökleri, içindekilerle berâber, Arşın karşısına korsak, hemen yok olurlar ve eserleri bile kalmaz. Yalnız, mü’min insanın kalbi kalır. Çünki, ona benzemekdedir.
Arşın üstündeki âlem-i emre olan zuhûr öyledir ki, Arş da bunun yanında hiç kalır. O hâlde, her üst makâma olan zuhûr, aşağısına göre hep böyledir. Âlem-i emr bitince, hayret ve cehl âlemi başlar.
 

HASAN CAN

Active member
Bu âlem için, ma’rifet olursa, mahlûkların aklına,
anlayısına uymıyan, bilinmiyen bir ma’rifetdir.
Insanın ve kalbin kemâlini de biraz bildirelim: Ars-ı mecîd her ne kadar en genisdir
ve tam zuhûra mâlikdir. Fekat, kavusmus oldugu bu ni’metden haberi yokdur.
Bu kemâle sü’ûru olmaz. Insan kalbi ise, sü’ûrludur. Kendini bilir. Kalbin bir
ikinci serefi, üstünlügü de sudur ki, bir insanın hepsi (Âlem-i sagîr) [küçük mahlûk]
dir. (Âlem-i halk) ile (Âlem-i emr)den meydâna gelmisdir. Bunların toplanması
ile, bir hey’et, birlik hâsıl olmusdur ki, ayrı bir ehemmiyyet, hükm tasır.
(Âlem-i kebîr)de [insandan baska, bütün mahlûklarda] böyle bir hey’et yokdur.
Eger varsa, hakîkî degil, görünüsdedir. Bu hey’et yolu ile insana ve insanın kalbine
gelen feyzler, fâideli seyler, Âlem-i kebîre ve bu âlemin kalbi gibi olan Arsa pek
az nasîb olur. Insanda bulunan toprak maddeleri, bütün âlemin yapı tasıdır. Çok
uzak oldugu hâlde, en çok onda zuhûr etmekdedir. Toprak maddelerinin kemâlâtı,
âlem-i sagîrin [insanın] bütün hey’etine sirâyet etmisdir. Âlem-i kebîrde böyle
bir hey’et [topluluk] bulunmadıgından, orada sirâyet etmez. O hâlde, insan kalbi,
bu kemâlâta da mâlikdir. Ars ise, mâlik degildir.
Kalbe mahsûs olan bu kemâlât, bu üstünlükler, bir bakımdan olan üstünlükdür.
Her bakımdan üstünlük, Arsa olan zuhûrdadır. Arsa, çölleri, ovaları aydınlatan,
genis bir ısık kaynagı dersek, kalb, o kaynakdan yakılmıs bir kibrit gibidir. Su kadar
var ki, ba’zı seyler katarak, bu kibritin ısıgı baska dürlü parlatılmakdadır. Bu
parlaklık, bir bakımdan olan bir üstünlükdür. Herseyin hakîkatini, özünü dogru
olarak, ancak Allahü teâlâ bilir. Yâ Rabbî! Bizlere verdigin nûru temâmla, günâhlarımızı
magfiret et! Sen herseyi yapabilirsin! Efendimiz Muhammed aleyhisselâma
ve Âline ve Eshâbına “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” ve Peygamberlerin
ve yakın olan meleklerin hepsine “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Allahü teâlâ
iyilikler, selâmetler ve bereketler versin!
Azrâil, basına geldigi zemân,
kırılır ayakla kol, yavas yavas.
Mevlâm nasîb etsin din ile îmân,
akar gözlerinden sel, yavas yavas.
Yüksek uçan gönül, yorulur birgün,
ölçü terâzîsi, kurulur birgün.
Herkesin yapdıgı, sorulur birgün,
döner mi, yâ Rabbî, dil yavas yavas.
Hep nefsine uydun, tevbe etmedin,
her buldugun yidin, sükr etmedin.
Nihâyet, bu kara topraga geldin,
çekilir dünyâdan el, yavas yavas.
Kabrin üzerine dikerler tası,
bir avuç topraga koyarsın bası.
Baba, oglun görmez, kardes kardesi,
gider, geri dönmez yol, yavas yavas.
Kâfûrlu, ılık suyu koyarlar,
o nazlı bedeni, tekmîl soyarlar.
Öldügünü konu komsu duyarlar,
gelir geri ahbâblar, yavas yavas.
 
Üst Alt