176- Fenâ ve bekâyı bildirmekdedir. 2.Cild 94.cü mektûb

HASAN CAN

Active member
İKİNCİ CİLD, 94. cü MEKTÛB

Bu mektûb, Abdülkâdir-i Enbâlîye yazılmış olup, Fenâ ve Bekâyı anlatmakdadır:
Âlemlerin, her mahlûkun rabbi olan Allahü teâlâya hamd ederim. Peygamberlerin seyyidine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, en üstününe, salât, düâ ederim!
Bu fakîrin anladığına göre, mahlûkların hakîkatleri, aslları, ademler ile ismlerin ve sıfatların, ilm-i ilâhîdeki sûretleri, görünüşleridir. Bu sûretler, ademlere aks etmiş, onlarda görünmüşdür. [Adem, yok demekdir.] Her kötülük, her kusûr ademlerden hâsıl olur. Bu ademler, felsefecilerin dediği Heyûlâ gibidir. Bunlara aks eden sûretler de, felsefecilerin sûret dediklerine benzer. Ademler, birbirlerinden, üzerlerine aks etmiş olan sûretler ile fark olunur, ayrılır. Bu akslerin, ademlerle birleşmesi, sûretin heyûlâda yerleşmesi gibidir. Bu aksler de, ademlerle birleşdikleri için, birbirlerinden farklı olmuşdur. Bunların birleşmesi, sıfatların cism ile birleşmesi gibi değildir. Sûretin, heyûlâ ile birleşmesi gibidir. Heyûlâ, sûret vâsıtası ile tanınabilmekdedir.
 

HASAN CAN

Active member
Sâlik, zikr ve murâkabe vâsıtası ile, cenâb-ı Hakka teveccüh
edince ve baska seylerden her ân yüzçevirince, Allahü teâlânın ism ve sıfatlarının
ilmde bulunan bu sûretleri, her ân kuvvetlenir. Arkadasları olan ademlere
gâlib gelmege baslar. Öyle bir hâl alır ki, bu akslerin aslı ve heyûlâsı gibi olan
ademler, örtülmege, gayb olmaga baslar. Ya’nî sâlik, bunları göremez olur. Çünki,
aynanın gayb olması lâzımdır. Bu hâle, (Fenâ makâmı) denir ve çok kıymetlidir.
Fânî olan bu sâlike, Bekâ da ihsân ederek, bu âleme geri indirirlerse, kendi ademini,
bedenini koruyan, sıkı elbise gibi görür. Ademden o kadar ayrılmısdır ki, bir
elbise gibi ayrı görür ve kendinden baska bilir. Hâlbuki, adem ondan ayrılmamısdır.
Kendisine (ben) dedigi zemân, ona da isâret etmekdedir. Ancak, asl, öz, temel
olmakdan çıkmıs, tâbi’ olmusdur. Hattâ, önce kendisi ile durmakda olan, akslerle
durabilecek hâle düsmüsdür. Bu fakîr, bu makâmda senelerce kaldım. Kendi ademimi,
kıldan bir palto gibi, kendimden ayrı gördüm. Fekat, Allahü teâlânın lutf-ü
ihsânı imdâda gelince, o maglûb hâldeki adem, büsbütün eriyip gitdi. O aksler sâyesinde
olan görünüsü, temâmen yok oldu. Sanki, hakîkî ademe, aslına karısdı. Meselâ,
alçıyı kalıba koyup, sekl verirler, alçı sertlesip o sekli muhâfaza edebilecek
hâle gelince, kalıbı kırarlar. Kalıp yardımı ile o seklde durmasına son verip, yalnız
kendisini o seklde durdururlar. Burada da, aksler, adem ile duruyordu. Simdi,
kendi kendilerine, hattâ kendi aslları ile durduklarını anlarlar. Bu zemân,
(ben) deyince, yalnız bu aksleri ve bunların asllarını görür. Ademinin kendisi ile
sanki bir ilisigi yokmus gibi olur. Bu makâmda, Fenânın hakîkati hâsıl olur. Önceki
fenâ, sanki bu fenânın sûreti idi. Bu makâmdan bekâya getirirler ve âleme geri
döndürürlerse, vaktîle parçası iken ve gâlib ve hâkim iken, sonra ayrılmıs olan
ademi, yine getirirler, arkadas yaparlar. Fekat, simdi kendinden ayrıdır ve (ben)
deyince, ise karısmaz. Ba’zı fâideler için, kıldan bir palto gibi, dısarıya giyilmis bir
hâlde bulunur. Adem geri gelmis ise de, ismlerin ve sıfatların aksleri simdi ona muhtâc
degildir. Hattâ adem, onların sâyesinde durabilmekdedir. Nitekim, birinci
bekâda da böyle olmusdur. Oradaki bekâda bu hâl olunca hakîkî olan bu bekâda
sübhesiz, dahâ temâm, dahâ mükemmel olur. Elbise giyilince insana te’sîr eder. Elbise
sıcak ise, insan ısınır. Soguk ise, insan üsür. Bunun gibi, bu adem de, elbise gibi,
te’sîr eder. Te’sîri bütün bedende görülür. Fekat bu te’sîrlerin, dısardan geldigi,
içerden olmadıgı anlasılır. Bu adem sebebi ile olan ser ve kusûrlar da, dısardan
ve sonradan gelmekdedir. Kendinden degildir, sıfatın sıfat ile bulunmasıdır. Sıfat
da, madde de, devâmlı degildir. Bu makâmda bulunanlar, insanlıkda, baskaları gibidir
ve insanlık sıfatlarını gösterir. Fekat, bunların bu sıfatları, dısardan gelmekdedir.
Kendilerinden degildir. Baskalarının sıfatları ise kendilerindendir.
Aralarında çok fark var. Câhiller, bunları kendileri gibi görünce, büyükleri, hattâ
Peygamberleri “aleyhimüsselâm” kendileri gibi sanır ve inanmaz, karsı koyarlar.
Bunun için, o büyüklerden mahrûm kalırlar. Nitekim, Tegâbün sûresi, altıncı
âyetinde meâlen, (Bizim gibi bir insan mı bize yol gösterecek, diyerek kâfir oldular)
ve Furkân sûresinde, yedinci âyetinde meâlen, (Bu nasıl Peygamberdir? Bizim
gibi yiyor ve sokaklarda dolasıyor dediler) buyruldu ki, bunların hâlini göstermekdedir.
Allahü teâlânın büyük ni’meti, ihsânı ile, temâmen ayrıldıkdan sonra,
yine yaklasan ademin sıfatlarını kendimde hiç göremiyorum. Allahü teâlâya sonsuz
sükrler olsun!
Ademin komsulugundan hâsıl olan bu sıfatların insanda görünmesi, kırmızı elbise
giyen kimsenin kırmızı görünmesine benzer. Ahmaklar, elbisenin kırmızılıgını,
insanın kırmızılıgı sanır. Fârisî nazm tercemesi:
Hikâye olarak dinleyen seni,
bulur ancak, hikâye te’sîrini!
Sözün özünü anlarsa bir kisi,
fâide verir ona her dinleyisi.
– 912 –
Berrak olarak akan Nil nehri,
çingenenin gözüne kan göründü.
Mûsâ aleyhisselâmın ümmeti,
Nil-i mubâreki, kan degil, su gördü.
Yâ Rabbî! Bize dogru yolu gösterdikden sonra, ayagımızın kaymasından koru!
Sonu olmıyan rahmetinden, bizlere de serp! Merhamet ve ihsân sâhibi, ancak
sensin! Dogru yolda gidenlere bizden selâm olsun!
 
Üst Alt