163- Ticâretde dînini kayırmak. Harâmdan sakınmak

HASAN CAN

Active member
TİCÂRETDE DÎNİNİ KAYIRMAK

(Kimyâ-i se’âdet) kitâbında, beşinci bâbda buyuruyor ki: Bir kimsenin dünyâ ticâreti, âhıret ticâretine mâni’ olursa, bu kimse bedbahtdır, zevallıdır. Bir çömlek almak için, altın kupa verene ne denir? Dünyâ, saksı parçası gibidir. Hem kıymetsizdir, hem de çabuk kırılır. Âhıret ise, altından kupa gibidir ki, hem çok kıymetlidir, hem de dayanıklıdır, kırılmaz. Hattâ hiç tükenmez. Dünyâ ticâretinin âhırete yaraması için ve Cehenneme sürüklememesi için, çok uğraşmak lâzımdır. İnsanın sermâyesi, dîni ve âhıretidir. Bu sermâyeyi kapdırmamak için, çok uyanık olmak lâzımdır. Dînini kayırmak istiyenler yedi şeye dikkat etmelidir:
1 — Her sabâh şöyle niyyet etmelidir ki, kendisinin ve evlâd ve âilesinin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtâc bırakmamak, Allahü teâlâya râhat ve temiz ibâdet edebilmek, âhıret yolunda yürüyebilmek için, vazîfeme gidiyorum demelidir. O gün müslimânlara iyilik, yardım ve nasîhat, emr-i ma’rûf, nehy-i münker yapmağı, kalbinden geçirmelidir. Nemâzda kusûr edenlere, günâh işliyenlere, emr-i ma’rûf yapmalı, onlara göz yummamalıdır. Böyle niyyet eden bir tüccâr, bir me’mûr, bir muallim ve bir hâkim ve bir subay, vazîfesini yapdığı kadar, hep sevâb kazanır. Onun her işi, ibâdet olur. Dünyâda kazandığı şeyler de, caba olur.
2 — En az, binlerle insan çalışmayacak olursa, kendisinin birgün bile yaşıyamıyacağını düşünmelidir. Meselâ, çiftçi, fırıncı, dokumacı, demirci, iplikci ve dahâ nice san’atkârlar, hep onun için çalışıyor. O hepsine muhtâcdır. Herkes onun için çalışıp, ona hâzırlayıp da, onun boş oturması, kimseye fâideli olmaması doğru olur mu? Bu dünyâda herkes yolcudur. Geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lâzımdır. Her müslimân böyle düşünmelidir. Vazîfesine başlarken, müslimân kardeşlerime yardım etmek, onları râhat etdirmek için çalışacağım. Din kardeşlerim benim işimi gördükleri gibi, ben de, onlara hizmet edeceğim demelidir. Her müslimân iyi bilsin ki, bütün san’atler, farz-ı kifâyedir. Bunu düşünerek, bir san’ate yapışmak, ibâdet etmek olur. İster kitâblı kâfirler keşf etsin, ister kitâbsız kâfirler bulsun, her san’ati öğrenmek ve hele, harb vâsıtalarını en modern, en ileri şeklde yapmağa çalışmak farzdır. Bu vâsıtaları yapabilmek için, gerekli ilmleri, dersleri mekteblerde, bu niyyet ile okutmak ve okumak hep ibâdet olur. Nemâz kılan insanın bu niyyet ile, her işi ibâdet olur. Nemâz kılmıyanların her hareketi de günâh olur. O hâlde, her müslimân, nemâzını kılmalı, sonra farz olduğunu düşünerek, vazîfesini yapmalıdır. İş görürken niyyetin doğru olmasına alâmet, insanlara fâideli olan bir meslek, bir san’at seçmekdir. Ya’nî, öyle bir iş görmeli ki, eğer o iş olmasa, müslimânlar sıkıntı çekerdi. O hâlde, keyf, oyun ve benzerlerine, san’at dense de ve harâm işleyenlere san’atkâr ismi verilse de, bunları yapmak ibâdet olmaz. Hattâ, harâm olmıyan, mubâh olan, fekat insanlara lüzûmlu olmıyan san’atleri seçmemelidir.
 

HASAN CAN

Active member
Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (En iyi ticâret, bezzâzlıkdır, kumas satmakdır. En iyi san’at, terzilikdir).
3 — Dünyâ isleri, âhıret için çalısmaga mâni’ olmamalıdır. Âhıret için ticâret
yeri câmi’lerdir. Münâfıkûn sûresi, dokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Mallarınız
ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hâtırlamanıza mâni’ olmasın!) buyuruldu.
Halîfe Ömer “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Ey tüccârlar! Önce âhıret rızkını kazanın!
Sonra dünyâ rızkına çalısın!). Ticâretle mesgûl olan büyüklerimiz, sabâh ve
aksamları âhıret için çalısır, Kur’ân-ı kerîm okur, ders dinler, tevbe ve düâ eder,
ilm ögrenir ve gençlere ögretirlerdi. Kelle kebâbı, sabâh çorbası gibi seyleri çocuklar
ve zimmîler satardı. Çünki, müslimânlar, sabâh, aksam câmi’lerde bulunurdu.
Insanların amellerini yazan ikiser melek, her sabâh ve aksam degismekdedir. Bir
hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Melekler insanların amel defterlerini götürdükleri
zemân, basında ve sonunda iyi is yazılı ise, gün ortasında yapılanları ona bagıslarlar).
Yine buyurdu ki, (Gündüz ve gece melekleri, sabâh ve aksam, gidip gelirken
birbirleri ile karsılasırlar. Hak teâlâ, [giden meleklere], kullarımı nasıl bırakdınız?
buyurur. Yâ Rabbî! Nemâzda bulduk ve nemâz kılarken bırakdık, derler. Allahü
teâlâ da, sâhid olun, onları afv etdim buyurur). Müslimân tüccârlar, san’at sâhibleri,
gündüzleri de, ezân sesini duyunca, isini hemen bırakıp, câmi’e kosmalıdır. [Dînini
seven ve kayıran bir imâm bulursa, ona uymalı, dînini dünyâya degisen, ibâdete
harâm, bid’at karısdıran, müslimânlıkdan haberi olmıyan imâm ve hâfızların
yanına, sesine, sözüne yanasmamalıdır.] Büyüklerimiz, (Ticâretleri, satısları, Allahü
teâlâyı unutmalarına sebeb olmaz) âyet-i kerîmesine ma’nâ verirken diyor ki,
demirciler vardı. Demir dögerken, ezân okununca, çekici kaldırmıs iken, demire
vurmaz, bırakıp nemâza kosarlardı. Ve terziler vardı. Igneyi sokunca, ezân okunsaydı,
o hâlde bırakıp, cemâ’ate kosarlardı.
4 — Çarsıda, isde Allahü teâlâyı zikr, tesbîh etmeli, her ân Onu hâtırlamalıdır.
Dili ve kalbi bos kalmamalıdır. Iyi bilmelidir ki, o ânda kaçırdıgını, bütün dünyâyı
verse, bir dahâ eline geçiremez. Gâfiller arasındaki hâtırlamanın sevâbı çok
olur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Gâfiller arasında Allahü
teâlâyı zikr eden kimse, kurumus agaçlar arasında bulunan yesil fidân gibidir
ve ölüler arasındaki cânlı gibidir ve harbde kaçanlar arasında, arslan gibi dögüsenler
gibidir). Bir kerre buyurdu ki, (Çarsıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde
hü lâ serîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ
yemût, bi yedi-hil-hayr, ve hüve alâ külli sey’in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevâb
yazılır). [Bu hadîs-i serîfde oldugu gibi, sevâb veyâ günâh mikdârını, göklerin
büyüklügünü, uzaklıklarını ve âhıretdeki zemânları ve dünyânın yaradılısını ve mahlûkların
sayısını bildiren hadîs-i serîflerdeki çesidli rakamlar, mikdâr sayısını göstermek
için degil, mikdârın çoklugunu anlatmak içindir. Meselâ bir kimseye, birkaç
def’a, zahmet çekerek gidip bulamıyarak cânı sıkılan biri, o kimseyi görünce,
seni on def’a aradım, bulamadım, demesi gibidir.] Cüneyd-i Bagdâdî “kuddise sirruh”
buyurdu ki, (Pazarda çok kimse vardır ki, sôfîler halkasında oturanlardan dahâ
kıymetlidir). Bir kerre de buyurdu ki: (Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda hergün
üçyüz rek’at nemâz kılmakda ve otuz bin tesbîh okumakdadır). Ba’zısı demisdir
ki, bu kimse, kendisidir. Hulâsa, dîne, ibâdetine yardım niyyeti ile dünyâya çalısanlara,
hep böyle sevâb vardır. Yalnız para kazanıp, dünyâ malı toplamak için
çalısanlar, sevâbdan mahrûm kalır. Hattâ bunlar, câmi’de, nemâzda iken de, kalbleri
dükkânın hesâbındadır. Fikrleri dagınıkdır.
5 — Dünyâ islerine çok düskün olmamalıdır. Meselâ, çarsıya herkesden önce
gidip, herkesden sonra çıkmamalı. Tehlükeli ve uzun yollara gitmemelidir. Mal kazanmak
için, deniz [ve hava] yolculuklarına dalmamalıdır. Mu’âz bin Cebel “radıyallahü
anh” buyuruyor ki, (Seytân, pazarda, yalan, hîle, hıyânet ve yemîn etdirerek
müslimânları günâha sokmaga çalısır. Önce gidip, geç çıkanlara dahâ çok asılır).
Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Tüccârın, esnâfın en kötüsü, erken gidip, geç dö-
nenlerdir). Sabâh nemâzı kılmadan ve kitâb okuyup birkaç sey ögrenmeden ise gitmemegi
âdet edinmelidir. Ihtiyâcı kadar dünyâlık kazanınca, âhıreti kazanmakla
mesgûl olmalıdır. Çünki, âhıret hayâtı sonsuzdur ve ona ihtiyâc dahâ çokdur ve âhıret
ticâretinde iflâs etmek üzeredir. Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin hocası Hammâd
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, ticâret yapardı. Bas örtüsü satardı. Hergün, iki habbe
kazanınca esyâyı toplar pazardan çıkardı. Büyüklerden ba’zısı dükkâna, haftada
iki gün giderdi. Bir kısmı da, Cum’adan baska hergün gider, ögle nemâzında geri
dönerdi. Bir kısmı nihâyet ikindiye kadar alısveris ederdi. Hepsi ihtiyâcı kadar kazanınca
câmi’e gider, ibâdetle, ilm ögrenmekle aksamı yapardı.
6 — Sübheli seylerden kaçınmalıdır. Harâma yaklasan zâten âsî, fâsık olur.
[Sübhe etdigi seyleri, Ehl-i sünnet kitâblarından ögrenmelidir. Câhil hâfızlara, hocalara
ve her kitâba güvenmemelidir.] Kalbine sıkıntı getiren sübheliyi almamalıdır.
Zâlimlerle, hîle, hıyânet edenlerle, yemîn ile satanlarla, dükkânında harâm
sey satanlarla alısveris etmemelidir. Zâlimlere, fâsıklara veresiye satmamalıdır.
Çünki, öldükleri zemân üzülür. Hâlbuki, zâlimler [ya’nî müslimânlara ve islâmiyyete
eli ile, dili ile, kalemi ile zarar yapanlar] ölünce üzülmek günâhdır. Onlara
yardım etmek câiz degildir. Meselâ, din ile alay edenlere, yalan yanlıs kitâblar
yazarak dîni yıkmaga ugrasanlara kâgıd satmak günâhdır. Velhâsıl, herkesle
mu’âmele etmemelidir. Dogru insan aramalıdır. Bir zemân vardı ki, bir tâcir, her
istedigi ile mu’âmele edebilirdi. Çünki, herkes, alısveris ilmini biliyor ve bildigine
göre hareket ediyordu. Sonraları öyle zemânlar geldi ki, birkaç kisi ile mu’âmele
edilemezdi. Dahâ sonraları ise, ancak birkaç kimse ile mu’âmele edilebilir oldu.
Bir zemân gelmek korkusu vardır ki, alısveris edecek kimse bulunamıyacakdır.
Bunu çok zemân önce, söylemislerdir. Bizler, belki de, büyüklerimizin korkdugu
o zemâna kaldık. Kim ile olursa olsun, alısveris edilmekdedir. Câhil hâfızlar,
yangına körükle gidip, (Bugün dünyânın her tarafı böyle oldu. Her yerdeki mala
harâm karısdı. Harâmdan kurtulmak imkânsız oldu) diyorlar. Bu söz, çok yanlısdır.
Hiç de dedikleri gibi degildir. Bunu, bundan sonraki faslda anlatacagız.
7 — Alısveris yapdıgı kimse ile olan sözlerini, hareketlerini, aldıgını, verdigini
iyi ve dogru hesâb etmelidir. Kıyâmetde, bunların hepsinden hesâb verecegini
bilmelidir. Büyüklerden biri, bir bakkalı rü’yâda görüp, Allahü teâlâ sana ne
yapdı dedi. Önüme ellibin sahîfe koydular. Yâ Rabbî! Bu sahîfeler kimlerindir dedim.
Ellibin kisi ile alısveris yapmıssın. Her sahîfe, bunların birisi ile olan mu’âmeleni
göstermekdedir dediler. Bakdım, her sahîfede bir kimse ile olan mu’âmelemin
inceden inceye yazılmıs oldugunu gördüm, dedi. Bir gurus hîle yapan, bir gurus
hak yiyen, cezâsını çekecekdir ve hiçbirseyin yardımı olmıyacakdır.
Iste buraya kadar, büyüklerimizin hâllerini ve dînimizin yolunu göstermis oluyoruz.
Bugün bu yol unutulmus, bilen de kalmamısdır. Bugün, bunlardan birisini yapana
çok sevâb verilir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir zemân
gelir ki, o zemânın müslimânları, bugün sizin yapdıgınız ibâdetlerin onda birini yaparsa,
âhıretde azâbdan kurtulurlar). Sebebini sorduklarında, (Çünki, sizler hayr islemege
çok yardımcı buluyorsunuz. Onlar yardımcı bulamıyacakları gibi, çesidli engellerle
de karsılasacaklardır. Gâfiller, câhiller arasında garîb kalacaklardır) buyurdu.
Bu hadîs-i serîfi bildirmekden maksadımız, müslimânların, zemânın hâlini görüp,
ümmîdsizlige düsmemeleri içindir. O hâlde, bu zemânda, yukarıda yazılanların hepsini
kim yapabilir diyerek ye’se düsmek dogru degildir. Ne kadar yapılabilirse çok kâr
olur. Âhıretin dünyâdan dahâ iyi olduguna inanan kimse, bunların hepsini de yapabilir.
Bunların hepsini gözetmek, yapsa yapsa, insanı fakîr yapar. Sonsuz se’âdete, ebedî
râhatlıga sebeb olacak, birkaç senelik fakîrlige elbette katlanılır. Nitekim birçok
kimse, birkaç sey kazanmak için, fırtınalı, karlı havalarda, sıkıntılı yolculuklara, bir
rütbeye, dereceye yükselmek için de nice mahrûmiyyetlere katlanıyor. Hâlbuki,
ölüm gelince, bütün kazancları elden çıkmakda, bosuna didinmis olmakdadırlar.
 
Üst Alt