151- Bey’ ve şirâ. Halâl ve harâm satışları

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
BEY’ VE ŞİRÂ

İnsanlar birbirlerine muhtâc olup, birlikde yaşamağa mecbûrdurlar. Bey’ ve şirâ olmasaydı, yer yüzünde nizâm olmazdı. İslâmiyyetde bey’ ve şirâ, arz ve taleb esâsına göre yürür. İslâmiyyet, ferdin iktisâdî hürriyyetine saygı gösterir. Husûsî teşebbüslere ve sermâyeye salâhiyyet verir. Allahü teâlânın emr etdiği bu ticâret ahkâmı, Karl Marks ismli bir yehûdînin serhoş kafası ile ortaya koyduğu, sosyalizm adındaki, siyâsî bir iktisâd rejimi ile taban tabana zıddır. Hür dünyâ devletlerinde tatbîk edilmekde olan liberal iktisâd sistemi, islâmın ticâret ahkâmına yakındır. İslâmiyyetin gösterdiği iktisâd yolu, özel teşebbüsü ortadan kaldıran Markscı sosyalizm olmadığı gibi, devletin iktisâdî hayâta hiç dokunmamasını istiyen Adam Smith liberalizmi de değildir. Uşr, harâc, âşirin topladığı zekât, cizye, narh koymak, Beyt-ül-mâlın diğer gelirlerini toplamak ve sarf etmek, devletin elinde olduğu için, islâm iktisâdı, başı boş bir liberalizm değildir. İstihsalde mümkin olduğu kadar özel teşebbüsü, millî gelirin ferdlere taksîminde de, sosyal adâleti sağlıyan hükmlerdir.
Bir kimse imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden “rahmetullahi aleyh” sordu ki, (Vaktlerimi ibâdet ile geçirmek istiyorum. Bana birşey yaz da, hep onu yapayım!) İmâm-ı a’zam alış-veriş bilgilerini yazıp verince, (Bu, tüccârlara lâzım olur. Ben evimde oturup ibâdet ile meşgûl olacağım) dedi. Cevâbında, (Yiyecek ve giyecek lâzım olmıyan kimse var mı? Ahkâm-ı islâmiyyenin alış-veriş kısmını bilmiyen, harâm lokmadan kurtulamaz ve ibâdetlerin sevâbını bulamaz. Zahmetleri boşa gider ve azâba yakalanır ve çok pişmân olur) buyurdu. (Bezzâziyye)de diyor ki, (Alış-veriş bilgisini öğrenmiyenin, ticâret yapması harâmdır. İmâm-ı Ebülleys de “rahmetullahi teâlâ aleyh” böyle buyurmuşdur. İmâm-ı Muhammed Şeybânîye “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Zühd hakkında bir kitâb yaz dediklerinde, zühd için bey’ bilgisi yetişir buyurdu).
(Bey’), satmak demekdir. (Şirâ), satın almak demekdir. İslâmiyyetde bey’ ve şirâ, iki kişinin mallarını, râzı olarak, birbirlerine (Temlîk) etmeleri, ya’nî seve seve değişdirmelerine denir ki, türkçesi (Satış)dır. Bir kimse, Zeyde ve Amre, şu malımı size bin kuruşa satdım dese, yalnız Zeyd kabûl etse, bey’ sahîh olmaz. [Gazetelerde, radyolarda yapılan satış i’lânları, bey’ olmaz. Tâlib olanlar gelip, satın alınca, sahîh bey’ olur.] Bey’ ve şirâ ve bütün mu’âmelât bilgilerini Hanefî mezhebine göre bildireceğim. Bir kimseye zarûrî lâzım olan malı ona satmak vâcibdir. Bey’in sahîh olması için (Îcâb) ve (Kabûl) denilen tüccarlar arasında âdet olan sözlerin söylenmesi veyâ malların karşılıklı verilmesi lâzımdır. Alıcı ve satıcıdan, râzı olduğunu hangisi önce söylerse, buna (Îcâb) denir. İkincisinin sözüne, (Kabûl) denir.
(Mal), insanın arzûladığı, ihtiyâc, ya’nî lâzım olunca, kullanmak için saklanabilen ayn, ya’nî madde, cism demekdir. Buğday dânesi mal değildir. Çünki, kimse saklamaz. Hür insan ve hür insanın her parçası, balık ve çekirgeden başka kendiliğinden ölmüş hayvan leşi ve kan ve yerinde bulunan toprak ve su mal değildir. Sülük ve yerinden alınıp götürülen toprak, su maldır.
(Mülk), insanın mâlik olduğu, ya’nî başkasının rızâsını, iznini almadan kullanmağa hakkı olan şeye denir. Bu şey, maldır veyâ malın kendi değil, yalnız menfe’atidir. Bir kimsenin her malı [meselâ atı], onun mülküdür. Fekat her mülkü, meselâ kirâcının evi, [veyâ bir makinayı kullanma hakkı] malı değildir.
(Mütekavvim mal) ya’nî (Kıymetli mal), kullanması mubâh ve mümkin olan maldır. Müslimânlar için, şerâb, domuz ve Besmelesiz kesilen veyâ kesmeden öldürülen hayvan, denizdeki balık (Kıymetli mal) değildirler. Bir buğday dânesi kıymetli ise de, mal değildir.
Bey’in sahîh olması için, iki malın da mütekavvim olması lâzımdır.
Bir yere götürülmesi mümkin olan mala (menkûl) denir. Vakf veyâ mîrî yer üzerindeki ağaçlar ve binâlar menkûl kabûl edilir.
 

HASAN CAN

Active member
(Nakd), külçe veyâ meskûk, ya’nî basılmıs para hâlindeki altın ve gümüslere
(Nakd), (Nakdeyn) ve (Nukûd) denir. Altını, gümüsü yarıdan fazla olan nukûddan;
altını, gümüsü en çok olanına (Ceyyid), dahâ az olanlarına (Züyûf) denir. Altın
ve gümüs esyâ nakd degildir.
Mal, ölçü birimine göre bese ayrılır: Agırlık ile, hacm ile, yüzey birimi ile,
uzunluk birimi ile ve sayı ile ölçülenler.
(Mekîl), kile ile, ölçek ile, ya’nî hacm ile ölçülen mal demekdir. Bugday, arpa,
hurma ve tuz dâimâ mekîldir. Dartı ile kullanılmaları, mekîl olmalarını degisdirmez.
Müsâvî olmaları lâzım oldugu zemân, hacmlarının müsâvî olması lâzım olur.
(Mevzûn) veyâ (Veznî), vezn ile, ya’nî agırlıkla ölçülen mal demekdir. Altın ile
gümüs, dâimâ veznîdir. Bildirdigimiz altı maldan baska seylerin mekîl veyâ mevzûn
olmaları, âdete baglıdır. Çarsıda, pazarda nasıl ölçülüyorsa, öyle oldugu kabûl
edilir.
(Kadr), bir satısda kadr bulunması demek, karsılıklı degisdirilen iki malın ikisinin
de mekîl veyâ ikisinin de mevzûn olmaları demekdir.
(Cins), kullanıldıkları yerler arasında çok fark bulunmıyan seylere ortak olarak
verilmis olan ismdir. Deve, hayvan sınıfının bir cinsidir. Tüylü deve, bu cinsden bir
nev’dir. Aslı, kaynagı baska olan veyâ kullanıldıgı yer çok farklı olan yâhud baska
ism alacak kadar degisdirilmis olan bir mal baska cinsden olur. Sıgır eti koyun
eti ile, keçi kılı koyun yünü ile ve ekmek un ile baska cinsdendir. Keçi eti veyâ sütü
ise, koyun eti veyâ sütü ile bir cinsdendir.
Mal, (Mislî) ve (Kıyemî) olur. Mislî malı telef eden, benzerini öder. Kıyemî malı
telef eden, kıymetini öder. (Mislî), çarsıda aynı evsâfda benzeri bulunan mal olup,
fiyâtları baska olmaz. Agırlıkla, hacm ile ve uzunlukla ölçülenlerden fabrikada, tezgâhda
yapılan seyler ve sayı ile ölçülenlerden aynı büyüklükde olanlar böyledir.
Yumurta, aynı büyüklükde karpuz, gibi.
Altın ve gümüsden baska paralara (Fülûs) denir. Bunlar, meselâ baska metalden
paralar ve kâgıd liralar, geçer akça iseler, nakd gibi mislîdirler. Geçmez iseler
veyâ geçer oldukları hâlde, niyyet edilmekle urûz gibi kıyemî olurlar. Her iki
hâlde de, âdete uyarak, [agırlık ile veyâ] aded ile, ya’nî sayarak ölçülürler.
(Kıyemî), ya’nî mislî olmıyan mal, çarsıda benzeri bulunmıyan, bulunsa da fiyâtları
farklı olan maldır. Uzunlukla ölçülenlerden tarla, elde dokunan kumas, halı
ve elbise, ev, dükkân, yazma kitâb, irili ufaklı olan karpuz kıyemîdirler. Hayvândan
baska, menkûl olan kıyemî mallara, (Urûz) denir. Bakır tencere ve baska cins
ile karısık mislî mal urûzdur.
Mal, (Ayn) ve (Deyn) olarak ikiye ayrılır: Ayn, lügatda madde, cism demekdir.
Fekat, bey’ ve sirâ ilminde ayn, belli bir mal demekdir. Bey’ ve sirâda, bir ev, bir
at, bir sandalye gibi kıyemî malların belli birer dânesine ve hâzır olup da gösterilenin
hepsine veyâ ayrılmıs parçasına, mislî olan mallardan da, hâzır olup gösterilen
hepsine veyâ ayrı olarak gösterilen yâhud ayrılmamıs belli mikdâr bir parçasına
yâhud hâzır olmayıp, benzerlerinden ayrı ve yalnız olarak bulundugu yeri ve
cinsi bildirilen mala, (Ayn) denir. Ayrı olarak bulundugu yer, çuval, sandık, oda,
ev veyâ sehrdir. Buralarda bulunan malı müsterî biliyorsa veyâ ilk üç yerde bulunanı
bilmiyor ise de, hep (Ayn) olur. Görülen bir yıgın bugday, görülen bir mikdâr
para ayndır. Bu para semen olunca deyn olur. (Deyn): Satıs ve ödünc verme
veyâ baska sebeblerle ödenmesi lâzım olan borcdur. Alıs verisde ise, hâzır olmayıp
ayrı olarak bulundugu yeri bildirilmiyen her dürlü mala ve hâzır ise de, ayrı olarak
gösterilmiyen kıyemî mal parçasına, (Deyn) denir. Ödünc alınan karz, deyndir.
Fekat her deyn, ödünc alınan borc demek degildir.
Bir malı (Ta’yîn etmek) demek, söz kesilirken bu malın ayn olması demekdir.

(Te’ayyün etmek) demek, söz kesilirken ta’yîn edilince, ayn olarak kalmak, deyn
hâline dönmemek demekdir. Te’ayyün eden malın kendisini vermek lâzımdır.
Benzerini, hattâ dahâ iyisini alması için müsterîyi zorlayamaz. Rızâsı ile alırsa, yeniden
mukâyada satısı yapmıs olurlar. Teslîmden önce helâk olursa, bey’ fâsid olur.
Te’ayyün etmeyen mal helâk olursa, bey’ fâsid olmaz. Çünki, bunun yerine, cinsi,
mikdârı ve vasfı aynı olan, benzeri verilebilir.
(Ribâ) veyâ (Fâiz), bir satısda kadr varsa veyâ iki mal aynı cins ise, bu satısda
fâiz vardır denir. Yalnız, altın ve gümüsün, baska veznî bir mal ile degisdirilmesi
bundan müstesnâdır. Bunun için, herhangi bir malın para karsılıgı satısında fâiz
olmaz. Fâizin iki sartı veyâ birisi bulunan satısın pesin olması lâzımdır. Iki maldan
biri veresiye olursa harâm olur. Altın ve gümüsün pesin olması, söz kesilince ayrılmadan
önce kabz edilmeleri ile olur. Baska mallar, te’ayyün etmekle pesin
olurlar. Iki maldan yalnız biri ayn olursa da, bey’ câiz olur. Fekat, deyn olanın semen
yapılması ve bunun ayrılmadan önce kabz olunması lâzım olur. Fâizin iki sartı
birlikde bulunursa, pesin olmakla birlikde, iki malın mikdârlarının da müsâvî olması
lâzımdır. Bu maddenin sondan üçüncü sahîfesine bakınız!
(Mebî’) satılan maldır. Mebî’ ta’yîn edilir ve ta’yîn edilince, te’ayyün eder.
(Semen): Mebî’e karsılık verilmesi lâzım olan mala, Semen [bedel] denir. Altın
ile gümüs semen olarak yaratılmısdır. Her ne hâlde olurlarsa olsunlar, dâimâ
semendirler. Külçe ve para hâlindeki altın ve gümüs ve ma’den ve kâgıd paralar,
ta’yîn edilince, te’ayyün etmezler. Islenmis esyâ hâlindeki altın ve gümüs ve piyasada
geçmiyen ma’den ve kâgıd paralar ve semen yapılan baska mallar, ta’yîn edilince
te’ayyün ederler.
[(Hadîka)nın sonunda diyor ki, (Semen, para ta’yîn edilince, sahîh olan sözlesmelerde
te’ayyün etmez. Ya’nî söz kesilirken ta’yîn edileni vermek lâzım degildir.
Misli, benzeri verilebilir. Fâsid olan akdlerde ve sarf satısında te’ayyün eder.
Mehrde ve nezrde ve vekîl yapmakda te’ayyün etmez. Emânet, hibe ve sadaka vermekde,
sirketde, mudârebe sirketinde ve gasbda te’ayyün eder. Mebî’ her zemân
te’ayyün eder.
Bir satısda, söz kesilirken, semenin cinsi söylenmeyip, sonradan, harâm semen
verilirse veyâ halâl olan semen söylenip yâhud harâm semen söylenip fekat
gösterilmez ve harâm semen verilirse, hepsinde mebî’ halâl olur. Söz kesilirken harâm
semen gösterilir ve bu verilirse, satın alınan sey harâm olur, mülk-i habîs olur.
Gasb edilen veyâ vedî’a olan mal satılınca, ta’yîn edilmesi lâzım oldugu ve te’ayyün
etdigi için, alınan semen harâm olur. Gasb edilen veyâ emânet olan paraya isâret
olunup baska halâl para verilirse veyâ halâl semene isâret olunup yâhud isâret
olunmayıp, emânet veyâ gasb olunan para verilirse, mebî’ halâl olur.)]
Her satısda, söz kesilirken, iki maldan herbiri yâ ayn veyâ deyn olur. Bir satısda,
mebî’in ve semenin ikisi de deyn olurlarsa, ayrılmadan önce kabz edilseler dahî,
bey’ sahîh olmaz. Akd, ya’nî sözlesme bâtıl olur. Sarf satısı bundan müstesnâdır.
Mebî’in ve semenin ayn veyâ deyn olmaları ve kabz edilmeleri bakımından dört
dürlü bey’ vardır:
1 — Mutlak bey’: Ayn olan malı, deyn karsılıgı satmakdır. Ya’nî mebî’i ta’yîn
etmek lâzımdır. Kabz etmek lâzım degildir. Semen ta’yîn edilmez. Semen pesin de,
veresiye de olabilir. Bu satıs meshûr oldugu için, kısaca (Bey’) denilmekdedir. Bey’
kelimesi yalnız olarak görüldügü zemân, mutlak bey’ anlasılmalıdır.
2 — Sarf satısı: Nakd hâlindeki veyâ islenmis altını ve gümüsü, birbirleri karsılıgında
satmakdır. Ya’nî malın ikisi de semendir. Söz kesilirken ikisi de ayn veyâ
deyn olabilirler. Ayrılmadan önce, ikisinin de kabz edilmeleri lâzımdır.
3 — Selem satısı: Semen pesin olup, mebî’ veresiyedir. Semenin, söz kesilirken
ta’yîn ve ayrılmadan önce kabz edilmesi lâzımdır. Mebî’, ta’yîn edilmez ve kabz edil-
mez. Mevcûd olmıyan, mülkünde bulunmıyan mebî’, selem yolu ile satılır.
4 — Mukâyada satısı: Altın ve gümüsden baska, ayn olan bir malı, yine ayn olan
mal karsılıgında satmakdır. Su iki kile bugdayı, bu yüz yumurta karsılıgında satdım
demek böyledir. Malları, söz kesilirken ta’yîn etmek sart olup, kabz etmek sart
degildir.
Mebî’in piyasadaki fiyâtına, degeri (kıymeti) denir. Ya’nî kıymet, o maldan anlayan
müsterîlerin verdikleri deger demekdir. Kıymete, (Semen-i misl) de denir.
(Bâyı’) ile (Müsterî) arasında uyusulan degerine, (Pazarlık semeni) veyâ (Alıs Semeni)
veyâ (Fiyâtı) denir. Alıs fiyâtına, tasıma, isçilik ücretleri, vergi gibi masraflar
eklenince, (Mâliyyet), ya’nî (Mal olus) fiyâtı denir.
Altın ile gümüsden baska esyâdan, mislî olmıyanlar, meselâ elbise, ev, hayvan,
tarla, arsa, mutlak bey’de dâimâ mebî’dirler.
Mislî olanlar, altın veyâ gümüs ile veyâ kâgıd para ile degisdirilirken ta’yîn edilirse,
mebî’ olurlar. Meselâ, filân yerdeki su kadar kile bugdayımı, bu kadar altına
sana satdım demek gibi. Eger ta’yîn edilmez iseler, yine mebî’ olurlar. Fekat,
satıs (Selem) olur. Meselâ, su kadar kile bugdayı, bu kadar liraya satın aldım deyince,
selem olur.
Mislî olanlar, mislî olmıyan, ya’nî kıyemî mal ile degisdirilirken, ta’yîn edilirler
ise, bunlar da mebî’ olur ve (Mukâyada satısı) olur. Meselâ su atı, bu yıgın bugdaya
veyâ bu yıgın bugdayı, su ata satdım demek gibi. Mislî mal ta’yîn edilmezse,
iki dürlü olabilir: Mislî mal söylenirken, ismleri sonunda (ya, ile) gibi sözler söyleniyorsa,
semen olur. Su kuzuyu, on kile bugda(ya) satın aldım gibi. Eger söylenmiyorsa,
mebî’ olur ve satıs selem olur. Bu kuzu (ile) on kile bugday satın aldım
demek gibi.
Mislî olan iki mal birbirleri ile degisdirildikleri zemân, ikisi de ayn ise, her ikisi
de mebî’ olur. Satıs (Mukâyada) olur. Biri ta’yîn edilirse, satıs (Selem) olur.
Yukarıda yazılı dört çesid bey’den herbiri altı dürlü olabilir:
(1) — (Sahîh olan bey’): Aslı ve sıfatı islâmiyyete uygun olan bey’ [satıs]dir.
(2) — (Bâtıl olan bey’): Aslı da, sıfatı da islâmiyyete uygun olmıyan bey’dir.
(3) — (Fâsid olan bey’): Aslı islâmiyyete uygun, fekat sıfatı uygun degildir.
(4) — (Mekrûh olan bey’): Aslı ve sıfatı islâmiyyete uygun ise de, kendisine,
islâmiyyetin yasak etmis oldugu birsey karısmıs olan satısdır.
(5) — (Mevkûf bey’): Aslı ve sıfatı sahîh ise de, baskasının hakkı karısan
bey’dir.
(6) — (Vefâ ile satıs): Alıcı ve satıcının, satısdan vazgeçmek hakkı bulunan
bey’dir.
Bu satısları ayrı ayrı açıklıyalım:
(1) — Sahîh bey’: Her çesid bey’in sahîh olması için, alıcı ve satıcının aynı kimse
olmaması, ya’nî bir kimsenin hem satıcıya, hem alıcıya vekîl olarak kendi kendine
satıs yapmaması, akllı olmaları, (Akd) yapılması, ya’nî birinin (Îcâb), ya’nî
teklîf edip, karsısındakinin, onu, ayrılmadan önce (Kabûl) etmesi, ya’nî söz kesilmesi,
mebî’in ve semenin mal olmaları ve mütekavvim olmaları lâzımdır. Mebî’in,
bir felsin i’tibârî kıymetinden asagı olmaması da lâzım oldugu, (Bahr-ür-râ’ık)da
ve (Dürr-ül-muhtâr)da (Sarf)dan önce yazılıdır.
Mutlak bey’in sahîh olması için, bu sartlardan baska, mebî’in dâimâ, semenin
ise fâiz oldugu hâllerde ta’yîn edilmesi, pazarlık ederken hâzır olmayıp gösterilmiyen
mebî’in ve semenin mikdârlarının söylenmesi, mebî’in mevcûd ve satanın
mülkü ve müsterîye teslîmi mümkin olması ve semenin cinsinin belli olması lâzımdır.
Her çesid satısda, alıcı ve satıcının bâlig ve hür olmaları ve müslimân olmaları
sart degildir. Semenin mevcûd olması ve mebî’in söz kesilen yerde hâzır olma-
sı sart degildir. Mebî’in ayn olması ve semenin ayn olmaması lâzımdır. Tarlanın sınırlarını
bildirmek, mikdârı, ölçüsü demekdir. Bunlardan biri noksân olunca,
bey’ sahîh olmaz ve harâm olur.
Bey’ sahîh olunca, akd yapıldıgı vakt, semen bâyı’in mülkü olur. Mebî’ de müsterînin
mülkü olur. Mebî’ sözlesme zemânında bâyı’in mülkünde degilse, sonra satın
alarak teslîm etse de, bey’ sahîh olmaz. Mülkünde bulunmayıp da, sonra teslîm
edecegi mebî’i satmak için, (Selem) satısı yapmalı, yâhud sözlesme yapmayıp,
semeni emânet almalı, satacagı mal eline geçince, pazarlık ve sözlesme yapmalıdır.
(Berâât satısı) ve imâm ve hoca efendilerin evkâfdan alacakları malın satısı ve
(Câmekiyye) satısı câiz degildir. (Berâât), zekât toplıyan âmillerin köylüden alacakları
zekât ve usr cinsini ve mikdârını gösteren senedlerdir. Bunlarda yazılı mal,
mevcûd degildir. Imâm ve hoca efendiler, evkâfda mevcûd haklarını teslîm almadıkca,
mâlik olmazlar. Ganîmet, Dâr-i islâma nakl edildikden sonra askerin hakkı
olursa da, taksîm edilmeden önce mülk olmaz ve askerin bu hakkını, mülk olmadan
önce satması câiz olmaz. Câmekiyye, hizmet karsılıgı alacagı ücretin,
ma’âsın çeki, bonosudur. Bunları teslîm almadan önce satmak, câiz degildir. Ücret,
hak edilmis ise de, kabz edilmemis, mülk olmamısdır. [Hem mülk degildir. Hem
de deyndir.] Deyni pesin olarak, borcludan baskasına satmak câiz degildir. Veresiye
olarak, borcluya da satılamaz.
Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Görülmiyen mebî’de muhayyerlik)de
diyor ki: (Söz kesilirken veyâ dahâ önce görülmiyen mebî’in satılması sahîh olur.
Görülmiyen mebî’ bir cins ise ve hepsi bir yerde bulunuyorsa, [bunu ta’yîn etmekle,
ya’nî] yerini bildirmekle bey’ câiz olur. Böylece mebî’in çok özellikleri tanınmıs
olur. Anlasılamıyan ufak tefek yerleri de, (Muhayyer olmak)la düzeltilmekdedir).
(Kesf-ü rümûz-i Gurer)de diyor ki: (Bey’in câiz olması için, mebî’in [ta’yîn
edilmesi, ya’nî] kendisine veyâ bulundugu yere isâret edilmesi lâzımdır. Mebî’in
kendisine veyâ bulundugu yere isâret edilmezse, bey’ sözbirligi ile câiz olmaz. O
yerde, aynı ismde baska bir malın mebî’ ile birlikde bulunmaması lâzımdır). (Cevhere)
de diyor ki: (Mutlak bey’de söz kesilirken, semenin cins ve mikdârının bildirilmesi
ve mebî’in ta’yîn edilmesi lâzımdır. Bu ikisi yapılmazsa, yalnız îcâb ve kabûl
ile bey’ sahîh olmaz). Sernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Dürer) hâsiyesinde,
muhayyerligi anlatırken diyor ki: (Hâzır ise de, kapalı oldugu için veyâ hâzır
olmadıgı için görülmiyen mebî’ler, isâret edilerek tanıtılmazsa, sözbirligi ile bey’
câiz olmaz).
[Altından ve gümüsden baska ma’denlerden basılmıs paralara, (Fülûs) denir. Eskiden,
yalnız bakırdan, çesidli agırlıklarda fülûsler kullanılırdı. Fülûs, felsler demekdir.
Bir felse, türkçede mangır, fârisîde (pul) denir. Bugünkü pul baskadır. Bir
felsin agırlıgının bir santigramdan az oldugu, sekizyüzellidördüncü sahîfedeki yazıdan
anlasılmakdadır. Semen olarak kullanılan fülûsların i’tibârî kıymetleri, ya’nî râyic
degerleri, simdi kullanılan kâgıd paralarda oldugu gibi, kendi degerlerinden
katkat fazladır ve hep degismekdedir. Evvelce yüz felsin, ortalama, bir dirhem gümüs
kıymetinde oldugu, Ibni Âbidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” fâiz kısmında, (Bezzâziyye)
den alarak yazılıdır. Ahkâm-ı islâmiyyede yirmi miskal altın veyâ ikiyüz dirhem
gümüs, fakîrlik ile zenginligi ayıran mal mikdârını gösterdigi için, bir miskal agırlıgındaki
altın kıymetinin on dirhem agırlıgındaki gümüs kıymetine müsâvî oldugu
ve bir altın liranın, bir buçuk miskal agırlıgında oldugu zekât bahsinde bildirilmisdi.
On dirhemin agırlıgı, yedi miskalin agırlıgı kadar oldugu için, bir miskal altının kıymeti,
ahkâm-ı islâmiyyede yedi miskal gümüsün kıymeti kadardır. Bir felsin i’tibârî
kıymeti, simdi bir altın liranın kıymeti olan kâgıd lira adedinin onbesde biri kadar
kurus olmakdadır. Meselâ, en ucuz altın liranın kıymeti 30.000 kâgıd lira ise, bu fülûsün
i’tibârî kıymeti 2000 kurus olur. Buna göre 20 liradan asagı olan bir malın sa-
tılması câiz olmamakdadır. Bu kadar ucuz malın, bir fels degerinde olacak fazla
mikdârı için veyâ baska cins mallar ile birlikde tek bir sözlesme yaparak topdan
satmak câiz olur].
 

HASAN CAN

Active member
Bey’in sahîh olması için, alıcı ve satıcının yalnız akllı olması sartdır dedik. Bâlig
olan akllı insanın bey’i her zemân sahîhdir. Bâlig olmıyan akllı çocugun bey’i,
velîsinin izn vermesi ile sahîh olur. Hamza efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
(Bey’ ve sirâ risâlesi serhi) otuzdördüncü [34] sahîfede diyor ki: (Yirmiüçüncüsü
budur ki, akllı olmus bir çocuk, seker, meyve gibi kendine yarar sey isterse, ona
satmak câiz degildir. Çünki, velîsi izn vermemis demekdir. Eger tuz, pirinç gibi sey
isterse, satmak sahîh olur. Çünki, velîsinin izn verdigi anlasılır. Bunun izn ile alıs
veris etmesi câizdir. Çocuk akllı olmamıs ise, velîsinin izni olsa da, alıs veris etmesi
sahîh olmaz. Velî, babasıdır. Baba olmaz ise, babanın vasî etdigidir. Bu da olmaz
ise, babanın babasıdır. Bu da yok ise bunun vasî etdigidir. Bu da olmaz ise,
kâdîdir veyâ kâdînin [ya’nî hâkimin] vasî ta’yîn etdigi kimsedir. Ana ve kardes ve
amca velî olmaz. Ancak, kâdî veyâ velîlerden biri bunları vasî yaparsa olabilirler.
Çocuk, yedi yasında akllı olur. Oniki yasında olan oglan ve dokuz yasında olan kız,
bâlig oldugunu söyleyince kabûl edilir. Onbes yasını doldurunca hayz ve menî olmasa
da, bâlig sayılırlar. Yedi ile onbes arasında iken, akllı çocuk denir).
Mebî’, ya’nî satılık mal yedi dürlü olur:
1 — Hâzır ve ayn olur. Satması sahîhdir.
2 — Hâzır degildir. Fekat ayndır. Ya’nî ta’yîn edilmisdir ve teslîmi mümkindir.
Hudûdü bildirilen arsa gibi. Satması sahîhdir.
3 — Mülkdür. Fekat teslîmi mümkin olmaz. Firârî hayvânı, gayb olan esyâyı
satmak bâtıldır.
4 — Teslîmi mümkin, fekat ayn degildir. Müsterî tanımaz. Fâsiddir. Bir sürüden
bir koyun satmak gibi. Teslîmi mümkin, fekat zararlı olursa yine fâsiddir. Evin
bir diregini satmak gibi.
5 — Bir kimseye ödünc verilmisdir. Yalnız ona ve pesin satmak câiz olup, baskasına
satmak fâsiddir.
6 — Bir kimseye emânet, âriyet, yâhud kirâ veyâ rehn, yâhud sermâye olarak
verilmisdir. O kimseye satmak câiz ise de, alıp, tekrâr teslîm etmek lâzımdır.
7 — Mebî, gasb veyâ sirkat yâhut hıyânet sûreti ile müsterîde bulunur. Bu müsterîye
satılabilir. Ikinci teslîme ihtiyâc yokdur.
Semen olan para veyâ mal sekiz dürlüdür:
1 — Külçe hâlinde veyâ islenmis esyâ hâlinde veyâ para olarak kesilmis altın
veyâ altın yerine kullanılan ma’den ve kâgıd paralar. Bunlar dâimâ semendirler.
Bunlarla, herhangi bir mal satın alınırken, hiçbir zemân, fâiz olmaz. Bey’ fâsid olabilir.
O hâlde, para ile yapılan alıs verisde, harâmdan sakınmak için bey’in fâsid
olmamasına dikkat etmelidir.
2 — Külçe hâlinde veyâ islenmis esyâ hâlinde veyâ para olarak kesilmis gümüs
veyâ gümüs yerine kullanılan ma’den ve kâgıd paralar, dâimâ semendirler.
3 — Ölçek ile hacmi ölçülen seyler. Cinsi, mikdârı ve sıfâtı bildirilmek sartı ile
bunlarla pesin ve veresiye mal satın almak câizdir.
4 — Dartılarak vezni ölçülen seyler. Hacmi ölçülenler gibidir.
5 — Uzunlugu ölçülen seyler. Bunlardan tarla, arsa ve mislî olmıyan kumas ile
yalnız pesin olarak mal satın alınır. Mislî olan kumas ile veresiye de alınır.
6 — Sayılabilen seylerin birbirine benziyenleri [mislî mal], hacmi ölçülenler gibidir.
7 — Hayvândır. Hayvân ile yalnız pesin almak câizdir. Hayvân, binâ, tarla, köle
gibi kıyemî mallar hiç deyn olamaz. Semen ayn olunca, bey’, Mukâyada satısı
olur. Meselâ mu’ayyen bir atı, mu’ayyen bir at ile veyâ mu’ayyen bir halı ile degisdirmek
gibi. Her iki mal, mebî’ olur. Satıs, (Mukâyada) olur. Hayvânın selemde
de semen olacagı, Alî Haydar begin Mecelle serhi, yüzellibesinci maddesinde
yazılıdır.
8 — Binâdır. Binâ ile yalnız pesin olarak satın alınabilir. Satıs, (Mukâyada) olur.
Bey’, îcâb ya’nî teklîf ve teklîf olunan yerden ayrılmadan önce yapılan kabûl ile
ya’nî sözlesme ile temâm olur. Sözlesme temâm olunca, mebî’ müsterînin mülkü
olur. Semenin hepsi veyâ bir kısmı veresiye oldugu zemân, ileride verilecek taksîdleri
de, söz kesildigi anda bâyı’in mülkü olur. Bunlar, müsterînin bâyı’a borcu
olur. Bunların hepsi, bâyı’in zekâtının nisâbına katılır.
(Îcâb), karsısındakinin anlıyacagı bir lisân ile, satdım, verdim, hediyye etdim gibi,
(Kabûl)de, aldım, aynen kabûl etdim, râzı oldum gibi, mâdî, ya’nî geçmis zemânı
bildirecek seklde söylenmelidir. Îcâb ve kabûlün ikisi de, o yerde âdet olan
kelimelerle ve mâdî seklinde olunca, niyyet etmeleri lâzım degildir. Biri mâdî, ikincisi
hâl seklinde söylenirse, mâdî seklinde söylenende yine niyyete lüzûm olmaz
ve bey’ sahîh olur. Hâl seklinde söyliyenin niyyet etmesi lâzım olur. Teklîf eden,
kabûlden önce vaz geçebilir veyâ teklîfi degisdirebilir. Bâyı’ al dese, müsterî, aynen
aldım veyâ kabûl etdim dese, câiz olur. Kabûl edilen seyin, îcâb, ya’nî teklîf
olunanın aynı olması ve mebî’in ve semenin temâmının kabûl edilmesi lâzımdır.
Kabûl îcâba benzemezse, yeni bir îcâb olur. Digeri bunu kabûl ederse, ikinci bir
sözlesme yapılmıs olur.
Yalnız bir tarafdan veyâ her iki tarafdan (Te’âtî) ya’nî teslîm etmek ile de akd
yapılmıs olur. Bâyı’, bu malı bin liraya sana satdım dese, müsterî dahî birsey söylemiyerek
alsa, câiz olur. Ya’nî bey’ temâm olur. Bâyı’ malı verse, müsterî parasını
verse, hiçbirsey söylemeden câiz olur.
Bir kimse, bakkala, otuz liradan üç kilo patates dart dese, bakkal da, bir sey söylemiyerek
dartsa, akd yapılmıs olur. Ya’nî bey’ temâm olur.
Müsterî bâyı’a bes lira verip, bu bugdayı kaça satıyorsun diyip, o da kilesi bir
liraya dese, yâhud önce fiyâtını ögrenip, bes lirayı sonra verse, bundan sonra, bana
bes kile ver dese, bâyı’ yarın veririm dese, bey’ akd edilmis olur. Ertesi gün, fiyâtı
degisse, bes lira için yine bes kile vermesi lâzım olur. Bu koyunun surasından,
bana su kadar liralık dart dese veyâ hepsini dart dese, kassâb da dartsa, akd yapılmıs
olur. Parasını vermesi lâzım olur. Fekat, bu koyundan, su kadar kilo dart dese,
o da dartsa, müsterî kabz etmedikçe veyâ uzatdıgı kaba koydurmadıkca, akd
yapılmıs olmaz. Çünki etin her yeri aynı degildir. Müsterî muhayyer olur. Bu
hayvan üzerindeki odun yükü kaçadır dese, on liradır dedikde, evime sür dese, odun
eve bosaltılıp semen verilmedikce, bey’ akd edilmis olmaz. Çünki, îcâb ve kabûl
sözlesmesi olmadıgı gibi, te’âtî, ya’nî teslîm de yokdur.
Bir kimse, yanında bulunmıyan birine malımı satdım dese, isitenlerden biri gidip
ona söylese, câiz olmaz. Fekat satan ona birini gönderip, o da kabûl etse, bey’
sahîh olur. Gönderilen adama (Resûl) veyâ (Haberci) denir.
Bey’de ciddî söylemek sartdır. Saka ile söylenirse câiz olmaz.
Süâl seklinde teklîf câiz olmaz. Su malı bana su kadar liraya satar mısın diyene,
bâyı’ satdım dese, bey’, sahîh olmaz. Müsterî kabûl etdim dese, sahîh olur. Alırım,
alıyorum ve satarım, satıyorum gibi mudâri’ ve hâl seklinde ve emr seklinde
söylemekle de, bey’ sahîh olursa da, söylerken, simdi diye niyyet etmeleri lâzımdır.
Îcâb ile kabûl, söz ile oldugu gibi, bir tarafdan veyâ iki tarafdan mektûblasma
ile de veyâ adam göndermekle de olur. Meselâ, bir kimse, mu’ayyen bir malını, su
kadar liraya satdıgını birisine mektûbla bildirse, o da, mektûbu okuyunca, kabûl
etdim dese veyâ kabûl etdigini mektûbla bildirse bey’ sahîh olur. Bey’de, kirâda,
hediyye vermekde ve nikâhda mektûb, söz gibidir. Bir kimse, mu’ayyen malı, su
kadar liraya satın aldıgını, birisine yazsa, o da okuyunca satdım dese veyâ mektûbla
bildirse sahîh olur. Mektûb gitmeden veyâ gidip de kabûl edilmeden önce, birinci
yazan vaz geçerse, bey’ bozulur.
Bir kimse birisine, falan malını bana su kadar liraya sat diye yazıp, o da, o malı
satdım diye cevâb yazsa, bey’ olmaz. Birincisinin kabûl etdim diye tekrâr yazması
lâzımdır. Bâyı’ teklîf edince, müsterî, bir kısmını kabûl etse, sahîh olmaz. Bâyı’in
tekrâr, o kısmı verdim demesi veyâ önceden, o kısmın semenini, ya’nî bedelini
ayrıca söylemis olması lâzımdır. Ekmek, gazete gibi kıymeti ma’lûm birseyi,
bâyı’ verse, müsteri alsa, birsey söylemeseler, bey’ sahîh olur.
Dellâl ya’nî komisyoncu, mal sâhibinin izni ile malı kendi satdıgı zemân, komisyon
ücretini bâyı’dan alır. Müsterîden birsey istiyemez. Çünki, hakîkatde malı satan
kendisidir. Burada, tüccârlar arasındaki âdete bakılmaz. Eger komisyoncu, bâyı’
ile müsterî arasında aracılık yapıp, malı bâyı’ satarsa, komisyon ücretini, âdete
göre bâyı’ veyâ müsterî yâhud her ikisi ortaklasa verirler.
Satısı teklîf eden, öteki kabûl etmeden önce vaz geçerse veyâ cevâb verilmeden,
ikisinden biri kalkıp giderse veyâ bâyı’ vefât etse, îcâb bâtıl olur. Bir adam, hem
bâyı’e, hem de müsterîye vekîl olup da, kendi kendine bey’ yapamaz. Bey’ ve sirâ,
her lisân ile söylenebilir. Müsterî, (Filân malını su fiyâta, bana satdın mı?) dese,
bâyı’ de, (Evet) dese, bey’ sahîh olur ise de, evet yerine, isâret etse, meselâ basını
ileri egse, müsterî de aldım dese câiz olmaz. Alırım, satarım gibi mudâri’ fi’l
söylenince hâl, ya’nî simdi ma’nâsı düsünülürse câiz olup, istikbâl ma’nâsı düsünülür
veyâ ma’nâ düsünülmezse câiz olmaz. Alacagım, satacagım gibi söz ile,
bey’ olmaz.
Müteaddid malların fiyâtlarını ayrı ayrı bildirip veyâ bildirmeksizin fiyâtların
toplamı söylenerek, hepsini satdım demek sahîh ve müsterînin hepsini alması lâzım
olur.
Bey’ akd edilince, bâyı’ ve müsterîden biri, satısdan vaz geçemez. Fekat, ikisi
birlikde fesh edebilirler. Söz kesildikden sonra, orada veyâ dahâ sonra, baska bir
söz kesseler, ikincisi kabûl edilir.
Sahîh bey’de müsterînin mebî’e mâlik olması için, teslîm alması sart degildir. Bir
kimse, baska sehrde bulunan ma’lûm esyâsını, ma’lûm semen ile birisine satdıkdan
sonra pismân olsa, müsterîye teslîm etmedigi için bey’i bozamaz.
Mutlak bey’ pesin ve mebî’ hâzır ve müsterî muhayyer degil olsalar bile, mebî’i
ve te’cîli câiz olan semeni, söz keserken, kabz sart degildir. Akdden sonra, önce
müsterî, pesin olan semeni bâyı’a teslîm etmege, sonra bâyı’ mebî’i müsterîye teslîm
etmege, öteki de teslîm almaga mecbûr olur. Çünki, söz kesildigi zemân, mebî’
müsterînin mülkü olur. Müsterînin izni olmadıkca, baska kimseye teslîm edemez.
Müsterî pesin parayı temâm teslîm edinciye kadar, bâyı’ malı vermiyebilir.
Pesin satısda, önce, mebî’in teslîm edilmesi sart edilirse, bey’ fâsid olur. Mebî’ hâzır
degilse bâyı’ mebî’i hâzırlayıncaya kadar, müsterî semeni vermiyebilir. Hattâ,
baska sehrdeki bir evi satın alan müsterî, semeni hemen vermege mecbûr olmaz.
Bâyı’ veyâ vekîli oraya gidip, evin teslîme hâzır oldugunu müsterîye veyâ müsterînin
vekîline gösterir. Semeni sonra alabilir.
Bâyı’ üç seyi yapınca, mebî’i müsterîye teslîm etmis olur:
1 — Bâyı’in veyâ vekîlinin, söz kesildikden sonra (Teslîm etdim) veyâ (Teslîm
al) demesi.
2 — Mebî’ müsterînin önünde olup, kolay tesellümüne mâni’ bulunmamak.
3 — Baska maldan ayrı ve baskasının hakkı ile mesgûl edilmemis olmak.
Bu sartlar bulundukdan sonra, müsterî mebî’i teslîm almaga mecbûr olur. Almazsa telef olursa, bâyı’ ödemez. Çabuk bozulan seyleri söz kesilirken teslîm et-
mek lâzımdır. Hemen teslîm edilmezse, bey’ fâsid olur.
 

HASAN CAN

Active member
Müsterî semeni vermeden önce gayb olursa, bâyı’ iki sâhidle isbât edince, hâkim
menkûl olan mebî’i satarak, bâyı’a semeni verir. Müsterînin yeri ma’lûm ise,
veyâ mebî’i teslîm almıs ise yâhud mebî’ menkûl degil ise, mebî’ satılamaz. Mebî’
durmakla bozulacak sey ise, bunu bâyı’ da baskasına satabilir. Pesin satısda, müsterî
semeni vermeden, bâyı’dan iznsiz mebî’i alırsa, bâyı’ geri alabilir. Izn ile almıs
ise veyâ vedî’a, âriyet olarak müsterîde bulunuyorsa, bâyı’ semeni alıncıya kadar
saklamak üzere, mebî’i müsterîden alamaz. Semeni hemen ister. Mebî’ telef
olunca, müsterî teslîm almadan önce telef oldu, bâyı’ ise, teslîmden sonra telef oldu
derlerse, müsterînin sözü kabûl edilir. Ikisi de sâhid gösterirse, bâyı’ın sâhidleri
kabûl edilir.
(Sevm-ı sirâ), bâyı’ın ve müsterînin, mebî’a fiyât koymaları demekdir. Fiyâtda
uyusup, götür, begenirsen al deyip, müsteri de, begenirsem alırım diyerek, götürürken,
mebî’ telef ve zâyı’ olsa, kıymetini veyâ mislini öder. Müsterî birsey söylemeden
veyâ bu hayvanı begenirsem, bin liraya alırım deyip, bâyı’ın cevâb vermeden
hayvanı teslîm etmesi ile de olur. Teslîm ederken, müsteri tazmîn etmiyecekdir
denilse bile, tazmîn eder. Müsterî vekîl ise, sâhibi kabûl etmeyip geri götürürken
telef olsa, vekîl tazmîn eder. Sâhibinin emri ile oldu ise, sonra sâhibinden
ister. Çünki, sirâ için olan emr, sevm-ı sirâ için emr olmaz. Mebî’ telef olmayıp,
müsterî helâk etmis ise, semenini verir. Semende uyusmamıslar ise, bâyı’ın dedigi
semeni öder. Semen hiç söylenmemis veyâ yalnız bâyı’ söyleyip müsterî, satın
almak için degil de, incelemek veyâ baskasına göstermek için bâyı’in izni ile götürmüs
ise, mebî’ müsterîde emânet olur.
Veresiye oldugu söylenilen satısda, önce mebî’ teslîm edilir.
Satısda söz kesilirken, mebî’in teslîm yerini söylemek sart degildir ve söylemedi
ise, söz kesilirken mebî’ nerede ise orada teslîm edilir. Semen tasınacak birsey
ise semenin teslîm yerini bildirmek sart olur. Mebî’in bulundugu yer söylenince,
müsterî sonradan, baska sehrde oldugunu duyunca, satısdan vaz geçebilir. Mebî’i
teslîm yerinden kaldırmak müsterîye âiddir.
Bey’, pesin semen ile câiz oldugu gibi, semenin te’cîli, ya’nî veresiye olması ile
de câizdir. Te’cîl, ancak semen ile mebî’ aynı cinsden olmadıkları ve ikisi hacm ile
veyâ dartarak ölçülmedikleri ve semen ayn olmayıp, deyn oldugu zemân ve mu’ayyen
bir vakte kadar olmak sartı ile, câiz olur. Ayn olan semen te’cîl edilirse, bey’
fâsid olur. Meselâ, su keçimi, su bes kile bugday karsılıgı, bir ay veresiye satdım
demek fâsid olur. Mebî’ dâimâ ayn oldugu için, mebî’in te’cîli olamaz. Meselâ, mebî’in
bir ay sonra verilmesi sart edilirse, bey’ fâsid olur. Taksîtle bey’in sahîh olması
için, taksît adedinin ve her taksît ödeme târîhlerinin ve her taksîtde ödenecek
semen mikdârlarının belli olmaları lâzımdır. (Dürer-ül-hükkâm).
Semen ile mebî’in ikisi de hacm ile ölçüldükleri zemân veyâ ikisi de dartı ile ölçüldükleri
zemân yâhud ikisi de aynı cins mal oldukları zemân, satısda fâiz bulunur.
Fâiz bulunan satıslar veresiye olamaz, ya’nî semen de te’cîl edilemez. Sözlesmede
semenin de pesin olması lâzım olur. Deyn olan semenin pesin olması, kabz
edilmesi ile olur. Ayn olan semen ise, zâten pesin demekdir. Aynın kabz edilmesi
lâzım olmaz. Çünki, aynın te’cîli olmaz. Mebî’ ta’yîn edilmezse, ya’nî deyn
olursa, bey’ fâsid olur. Yalnız selem satısı müstesnâdır. Selemde mebî’ deyn oldugu
hâlde, selem câizdir. Fekat, selem sartlarına uymak lâzımdır. Semenin ve mebî’in
agırlıkla ölçüldükleri zemân, semenin te’cîli câiz olmaz ise de, altın veyâ gümüsün
semen olması müstesnâ edilmisdir. Bunun için, para ile yapılan mal satıslarında
fâiz olmaz. Pesin satıs yapıp, semeni sonra te’cîl etmesi de câizdir. Falan
zemâna te’cîl etdim demesi lâzımdır. Falan zemânda ver seklinde emr etmekle te’cîl
olmaz. Satısdaki te’cîl müddetini, bâyı’ ve müsterînin bilmesi sartdır. Ödeme
müddeti, mebî’i teslîm târîhinden baslar. Hâcılar geldigi, yagmur yagdıgı, gibi iyi
belli olmıyan zemânlara te’cîl câiz degildir, fâsiddir. Meselâ, semenin yarısını pesin,
yarısını da, yolcusu geldigi zemân vermek sartı ile satın almak fâsid olur.
Yolcunun gelecegi günü bildirirse sahîh olur. Pesin satısdan sonra yapılan borcun
te’cîli zemânının iyi belli olması sart degildir. Veresiye satısda bâyı’ vakt gelmeden
parayı istiyemez. Bunun için müsterînin bir sened veyâ bono yazıp bâyı’a vermesi
iyi olur. Semen belli günlerde taksîdle olup, taksîdlerin biri vaktinde ödenmezse,
sonrakilerin hepsi pesin olması sartı ile bey’ câizdir. (Bey’ ve sirâda fâiz)in
sahîfe sonuna bakınız!
Kirâ karsılıgı ve mal telef etmek karsılıgı olan borclar da, iyi belli zemâna
te’cîl olunabilir ise de, ödünc verme ile olan borc veyâ sarf satısı bedeli ve ölünün
borcu te’cîl olunamaz. Çünki borcun te’cîli, aynı cins malın, belli zemânda, veresiye
bey’i olup, fâiz olur. Müsterî vefât ederse, te’cîl zemânı beklenmeden mîrâsından
borcu hemen ödenir. Bâyı’ ölünce, vârisleri te’cîl zemânını beklemege
mecbûrdur. Veresiye pazarlık edip, zemân bildirilmez ise, te’cîl bir ay sayılır. Nitekim
selemde ve yemînde de bir ay kabûl olunur. Veresiye veyâ pesin olmasında,
sonradan uyusulmazsa, bâyı’in sözü kabûl edilir. Ya’nî pesin oldugu kabûl edilir.
Te’cîl zemânında uyusulmazsa, müsterînin sözü kabûl olunur. Istanbulda mal
satın alıp, parasını Bursaya gidince gönderirim dese, ödeme günü belli olmadıgı
için câiz olmaz.
Semenin cinsi söylenmedi ise, söz kesilirken orada kullanılan semen anlasılır.
Burada, piyasadaki paraların mâliyyeti, ya’nî hakîkî kıymeti ve revâcı, ya’nî geçer
kıymeti müsâvî ise, bey’ sahîh olur. Müsterî hangi parayı isterse verebilir. Geçer
kıymetleri farklı ise, en yüksegini verir. Geçer kıymetleri aynı olup, mâliyyetleri
farklı ise, cinsi, sıfatı söylenemezse, bey’ fâsid olur.
Söz kesilirken, su kadar lira denildi ise, piyasada kullanılan yüzlük veyâ elliliklerden
diledigini verir. Fekat semenin cinsi söylendi ise, cinsi degisdirilemez. Meselâ
Hamîd, Resâd, Ingiliz, Cumhûriyyet altını veyâ kâgıd lira denildi ise, o cinsi
vermek lâzım olur. Degeri degisince, adedini degisdiremez. Ödünc ödemek de ve
kirâ bedeli de böyle olup aynı cinsden ödemek lâzımdır. Ya’nî semenin kendi ta’yîn
edilince, te’ayyün etmez ise de, cinsi, mikdârı ve vasfı ta’yîn edilince, bunlar
te’ayyün ederler. Ma’den ve kâgıd paralar (Kesâd) olursa, ya’nî kıymetden düserse,
ya’nî geçmez olursa, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre pazarlıkdaki, imâm-ı Muhammede
göre, revâcdan kalkdıgı zemândaki kıymeti verilir. Imâm-ı Ebû Yûsüf kavli ile
hareket olunur. Bâyı’, geçer akçadan o kadar parayı almaga mecbûrdur.
(Hadîka) sonunda diyor ki, (Bey’ ve sirâda ve icârede ve ödünc vermekde ve nikâhda
altın ve gümüs mikdârını agırlık olarak bildirmek lâzımdır. Semen sözlesme
zemânında hâzır ise, göstermek yetisir. Mikdârını bildirmege lüzûm kalmaz. Altının,
gümüsün mikdârları agırlık olarak bildirilmezse, sözlesmeleri sahîh olmaz.
Fâsid olur. Sayı ile bildirilince de sahîh olacagı imâm-ı Ebû Yûsüfden haber verildi
ise de, bu haber za’îfdir. Buna uymak câiz olmaz. Tarafeyne göre, [ya’nî
Imâm-ı a’zama ve imâm-ı Muhammede göre] nass olan yerde urf mu’teber degildir.
Lâkin hükûmetler tarafından basılmıs olan altınların ve gümüslerin agırlıkları
bellidir. Söz kesilirken sayıları söylenince, belli olan agırlıkları kasd olunmakdadır.
Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în, sözlesmelerinde yalnız sayı söylerlerdi. Sayı söylemek,
agırlık söylemek yerine geçerdi. Bunun için, bugün de, söz kesilirken gösterilmiyen
altın ve gümüs paralar sayı ile söylenince, agırlıkları düsünülmelidir. Böyle
düsünülerek yapılan sözlesmeler sahîh olur. [Bir altının, bir gümüsün kaç gram
oldugunu bilmek ve agırlıgın mikdârını düsünmek sart degildir.] Yeryüzünde,
altın ve gümüsden ilk para basan Âdem aleyhisselâmdır. Islâmiyyetde ilk para basan
hazret-i Ömerdir. Hicretin onsekizinci senesinde, acem paralarının seklini ve
yazısını aynen basdırdı. Hazret-i Mu’âviyenin basdırdıgı altınlar üzerinde, elinde
kılınç bulunan resm vardı. Ilk olarak yuvarlak gümüs parayı, Mekkede Abdüllah
bin Zübeyr basdırdı. Ondan evvelki paralar, kısa ve kalın parçalar hâlinde idi. [(Hadîka)
da, Makrîzîden alarak, islâmiyyetde ilk basılan paralar hakkında genis bilgi
vardır. Ahmed bin Alî Makrîzî, islâm âlimi olmayıp, târîhci ve sî’î görüslü oldugundan
bu yazıları almak uygun görülmedi.] Islâmiyyetden evvel Mekkede, altın ve
gümüs para vardı. Agırlıkları, müslimân parasının iki misli idi. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” ve hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, bu paraları
da kullandılar).
(Uyûn-ül-besâir)de, zekât nisâbını anlatırken diyor ki: (Önceleri üç çesid dirhem
vardı. Bir dirhem gümüs yirmi kırât veyâ oniki kırât yâhud on kırât agırlıgında
idi. Bunlara, onluk, altılık, beslik dirhemler denir. Hazret-i Ömer, bu üç dirhemin
kırâtlarını toplayıp kırkiki oldu. Bunu üçe bölüp ondört kırât agırlıgında ortalama
bir dirhem yapdı. Buna yedilik dirhem denir. Çünki, on dirhemin agırlıgı,
yedi miskalin agırlıgı kadar olmakdadır. [Bir miskal, yirmi kırât agırlıgındadır.] Dirhemler,
önceleri çekirdek seklinde idi. Bildigimiz yuvarlak seklde ilk baskı yapan,
hazret-i Ömerdir sözü meshûrdur. (Fetâvâ-i Zahîriyye)de de böyle yazılıdır).
(Mir’ât-ül-haremeyn)in Mekke kısmında diyor ki, (Belli agırlıkda basılmıs olan altın
ve gümüs paralara, (Meskûkât) denir. Altın paralara (Dînâr), gümüs paralara
(Dirhem) denir. Târîhcilerin buldugu en eski meskûkât, eski yûnânlılar zemânında
basılandır. Eshâb-ı kirâm zemânında, eski arab meskûkâtı kullanıldıgı gibi,
basılmamıs altın ve gümüs parçaları da, dartarak kullanılırdı. O zemân, agırlıkları
baska üç dürlü dirhem vardı. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, ortalama agırlıkda
baska tek bir dirhem kabûl etdi. Kırâtın agırlıgını da degisdirip, dirhemin agırlıgının
ondörtde birine bir kırât dedi. Yirmi kırâta bir miskâl dedi. Hazret-i Osmân,
hicretin yirmisekizinci senesinde Taberistânda (Hertek) sehrinde, bu hesâb üzere
altın ve gümüs basdı.
 

HASAN CAN

Active member
Islâm devletlerinin çogu, kendi zemânlarında çesidli paralar basdılar. Osmânlılarda
ilk zemânlarda Selçuklu sultânlarının paraları kullanıldı. Sultân Orhân
hân 729 [m. 1329] senesinde ilk Osmânlı parasını basdırmısdır. Dahâ sonra çesidli
paralar basılmıs ve bu isi düzene koyan çesidli kanûnlar yapılmısdır). Miskâl ve
dirhem agırlıkları, Hanefî ve Sâfi’î mezheblerinde baska baskadır.
1333 hicrî semsî senesinde Tahranda basılmıs olan (Ferheng-i fârisî)de, (Çav)
kelimesini anlatırken diyor ki, (Çince bir kelimedir. Çok eskiden Çinde kullanılan
kâgıd paradır. Îrân sâhlarından Keyhâtu, 693 hicrî kamerî senesinde Îrânda,
Çinlilerin çav paraları gibi kâgıd para basdırıp, altın ve gümüs yerine kullanılmasını
emr etdi ise de, halk kullanmadı. Terk edildi). (Burhân-ı kâtı’) tercemesinde
diyor ki, (Çav ve çad denilen dikdörtgen seklindeki mukavva parçaları, Cengizden
sonraki Mogol sultânlarından biri tarafından ve sonra Azerbaycan sultânı Izzeddîn
Muzaffer tarafından para olarak kullanıldı. Halk kabûl etmeyip, Izzeddîni öldürdüler).
Osmânlı devletinde ilk kâgıd paranın 1256 hicrî senesinde kullanıldıgı,
sonra terk edildigi, birinci kısmda, zekât bahsinde bildirilmisdi. [Islâm devletleri
ma’denî para kullanmagı tercîh etmislerdir. Bunun bir sebebi de tesarruf idi.
29 Mart 1986 târîhli Türkiye gazetesinde diyor ki, (Türkiyede tedâvülde bin ton
kâgıd lira vardır. Bunlar, büyük masraf ile yapılmakdadır. Bunları, kullanırken harâb
oldukları için, her sene dörtyüz ton tekrâr basılmakdadır. Bu büyük masrafdan
kurtulabilmek için, hiç olmazsa bir kısmı yerine ma’denî liralıklar basılması
için çalısılmakdadır.)]
Semen, para olmayıp mal ise, hattâ altın veyâ gümüsden islenmis esyâ ise, pazarlıkda
ta’yîn edilince, mebî’ gibi te’ayyün eder. Satıs da, (Mukâyada) olur.
Ya’nî, onu aynen vermek îcâb eder. Meselâ müsterî, bir gümüs kasıgı gösterip, su
kasık ile, bu horozu satın aldım dese, kasıgı vermesi lâzım olup, aynı agırlıkda ve
seklde ve aynı kıymetde baska gümüs kasık veremez. Nakd ve râyic olan diger paralar
da, emânetde ve sirketde ve vekâletde ve kirâ bedelinde ve hibede, ya’nî he-
diyye vermekde ve zekât, sadaka ve satın almak için vekîl olmakda ve gasbda ta’yîn
edilince, te’ayyün ederler. Ya’nî, emânetci, emânet bırakılan parayı aynen geri verir.
Telef oldu ise, benzerini veremez, kıymetini öder. Satın alma vekîli, sâhibinin
verdigi parayı kendi için kullanamaz. Kullanırsa, vekîlligi bozulur. Bir altın lira gasb
eden, bunu, aynen öder. Bu yok ise, benzerini veremez. Kıymetini öder.
Pazarlıkda pesin veyâ veresiye denilmezse, pesin demekdir. Fekat bu semen, âdete
göre, gelecek hafta veyâ ay basında da verilebilir.
Bâyı’in, sözlesme yerindeki malı veyâ adamı göstererek, bunu rehn veyâ kefîl
isterim demesi câizdir. Müsterî kabûl etmezse, bey’ sahîh olmaz.
Semenin teslîmi ve satıs senedleri masrafları, müsterîye âiddir. Topdan olmıyan
satıslarda, mebî’in ölçülmesi ve teslîmi masrafları bâyı’a âid ise de, topdan satısda
mebî’in teslîm masrafları da müsterîye âiddir. Meselâ, bir mavna bugday veyâ
odun satıldıkda, bunları mavnadan bosaltmak ve tasımak müsterîye âiddir.
Mebî’in mikdârının bilinmesi bakımından, dört nev’ satıs vardır:
1 — Hacm ile, vezn ile, metre ile ve sayarak ölçülen mislî malın ölçü biriminin
fiyâtı ile mebî’in mikdârı bildirilir. Âdet olan satıslar hep böyledir.
2 — Mebî’ ile semen aynı cinsden degilseler, ölçmeden (Götürü) olarak, (Topdan)
gösterilip verilebilir. Paket, kutu içinde, ölçmeden alınan seyler, mikdârı
yazılı olsa bile, söylenmedikce topdan satıs demekdir. Hacm ve vezn, belli olmıyan
herhangi bir ölçek veyâ tasla ölçülebilir. Selemde semeni böyle ölçmek câiz olmaz.
3 — Bir teneke zeytinyagının bir litresinin fiyâtı söylenip, kaç litre oldugu söylenmezse,
Imâm-ı a’zama göre, yalnız bir litresi satılmıs olur. Sözlesme yerinde söylemekle
veyâ ölçmekle mikdârı anlasılırsa, hepsi satılmıs olur. Imameyne göre, hiç
ölçmeden sahîh olur. Fetvâ da böyledir. Koyun sürüsünde ise, sürü de ve bir koyun
da satılmıs olmaz. Çünki koyunlar birbirine benzemez. Kumasda da olmaz. Karpuz
gibi sayı ile satılan ve birbirinden farklı kıyemî seyler de böyledir. (Imâmeyn)
[ya’nî imâm-ı Ebû Yûsüf ile imâm-ı Muhammedin ikisi], bunlar da zeytinyagı
gibidir buyurdular. Fetvâ da böyledir. Bag, arsa, tarla satısları da böyledir.
4 — Ölçü birimi kadar mikdârının fiyâtı bildirilmeyip temâmının mikdârı ve
fiyâtı bildirilince, temâmı satılmıs olur. Ölçülmesi lâzım olmaz. Birinci ve dördüncü
nev’ satıslarda müsterî, mebî’i teslîm alınca ölçüp, noksân bulursa, dilerse fesh
eder. Dilerse semenin farkını geri alır. Mebî’in farkını istiyemez. Çok fazla çıkarsa,
farkını bâyı’a geri verir. Çünki, dâimâ söz kesilirken söylenen mikdâr mu’teber
olur. Fark, binde bes dirhem gümüs veyâ bir habbe altın kıymetinden az ise,
geri vermez. Dördüncü nev’ satısda vezn ile satılan ma’mûl esyânın, meselâ bakır
tencerenin ve uzunluk ile ölçülen seylerin, meselâ kumasın, arsanın farkı ayrılamıyacagı
için, noksân çıkınca, müsterî muhayyer olup, dilerse fesh eder. Dilerse
söz kesilen fiyât ile kabûl eder. Fazla çıkarsa bey’ lâzım olup, fazlası müsterînin olur.
Birinci nev’ satısda, fazla çıkınca da müsterî muhayyer olur. Kıyemî mal dördüncü
nev’ üzere satısında fazla veya noksan çıkarsa bey’ fâsid olur. Bu satıs birinci
nev’ üzere olsaydı, noksan olunca, müsterî muhayyer olup, dilerse bey’i fesh eder.
Dilerse, noksanın kıymetini, bâyı’den geri alır. Fazla çıkarsa, bey’ fâsid olur. Yüz
kile bugday yüz liraya satılsa câizdir. Fekat, müsterî ölçünce noksân çıksa, isterse
noksân fiyâtı ile alır. Isterse hepsinden vaz geçebilir. Fazla çıkarsa, fazlası satanın
olur. Vezn ile ve sayı ile ölçülen misilli seyler ve ucuz kumaslar da böyledir.
Kıymetli kumasda noksân çıkarsa, isterse fiyâtdan düsmeden alır. Isterse vaz geçer.
Fazla çıkarsa müsterînin olur ve bâyı’ vaz geçemez. Kumasın her metresinin
degeri de söylendi ise, müsterî, noksân çıkarsa da, fazla çıkarsa da isterse fiyât farkı
ile alır. Isterse vaz geçer. Tarla da böyledir. Yüz hisseli bir arsanın meselâ on hissesi
satılabilir. Müsterî istedigi tarafdan alır. Yüz dönüm arsanın, meselâ on dönümünü
satmak câiz degildir. Imâmeyn ise, câiz olur buyurdu. Mislî olmayan seyin
adedi söylenerek topdan satılsa, meselâ, bir denk elbise, on elbise olarak hepsi bin
liraya satılsa, noksân veyâ fazla çıksa, bey’ fâsid olur. Çünki mislî olmıyan seyler
birbirine benzemedigi için, satılan seyin herbiri baska degerde olur.
Bir arsa satılınca, içindeki binâlar, anahtarlar da satılmıs olur. Bir bagçe satılınca,
içindeki agaçlar da satılmıs olur. Tarla satılınca, içindeki ekini, agaç satılınca
meyvesi, ev satılınca esyâsı satılmıs olmaz. Bâyı’ ekini ve meyveyi, esyâyı toplayıp
tahliye etmege mecbûr olur. Ekini ile, meyvesi ile derse, böylece satılmıs
olur. Bir agacın tâm belirmis meyvesini yiyecek hâlde olmasa bile satmak câizdir.
Müsterî hemen toplar. Agaçda kalmasını isterse, bey’ fâsid olur. Müsterî istemez,
fekat bâyı’ izn verirse, iyi olur. Meyveyi satın aldıkdan sonra, toplamayıp agacı kirâlasa,
kirâlamak bâtıl olup, meyvenin büyümesi halâl olur. Satın aldıgı ekini
biçmemek için tarlayı kirâlamak da fâsid olur. Bu ekinin büyümesi, müsterîye iyi
olmaz. Meyvesi satılan agaç meyve toplamadan, yeniden meyve verse, bey’ fâsid
olur. Eger topladıkdan sonra verirse, yeni meyvede, bâyı’ ile müsterî ortak olur.
Yalnız basına satılması câiz olan birseyi, mebî’den ayırıp satmamak veyâ bu seyi
kendine bırakıp, geri kalanı satmak câizdir. Yalnız basına satılamıyan sey, mebî’den
ayrılamaz. Agaçda olan veyâ toplanmıs olan meyvenin belli bir mikdârını bâyı’a
bırakıp, geri kalanı topdan satmak câizdir. Bugdayı basagında iken, baska birsey
karsılıgı satmak câizdir. Bakla, pirinc ve susamı da, böylece, ya’nî baska sey karsılıgı
satmak câizdir. Bâdemi, fıstıgı, cevizi, iç kabugu ile satmak da böyledir. Kovandaki
arıyı, ipek böcegini ve tohmunu, sülügü, av köpegini, avcı kediyi, kusu, fili
ve fâidesi olan her hayvânı satmak sahîhdir. (Hisse-i sâyı’a) ortagından izn almadan
satılabilir.
Mikdârı ile bir ölçüsünün fiyâtı bildirilerek satın alınan, kile ile veyâ vezn ederek
veyâ sayarak ölçülen birseyi [satın alırken veyâ sonra] ölçmeden yimek veyâ
satmak câiz degildir. Pazarlıkdan sonra, satıcının, müsterî önünde ölçmesi kâfîdir.
[Çocukla veyâ telefonla haber göndererek, bakkaldan ba’zı seyler ve kassâbdan
et istenip, çırak eve getirdigi zemân bunları evde dartmak güç olursa, her paketin
üstünde fiyâtı yazılmıs olmalı, her paketin agırlıgı düsünülmeyip, her biri götürü
satın alınmalıdır. Böylece, ikinci bir akd, ya’nî sözlesme yapılmıs, birinci akd
fesh edilmis olur. Evde dartmadan yimesi câiz olur.] Agırlıkla ölçülen seyleri, dara
ile dartınca, daranın agırlıgını düsmek lâzımdır. Bunun için, darayı doldurmadan
önce veyâ bosalınca dartmalıdır. Üçüncü kısm, altıncı maddeye bakınız! Kese
kâgıdı ve benzerleri ile dartılan seyden, kâgıdın darasını anlayıp düsmek güç oldugundan,
harâm yimemek için, dartmadan önce sözlesme, ya’nî îcâb ve kabûl yapmamalıdır.
Dartdıkdan sonra, (Buna ne verecegim?) veyâ (Bu, kaç liradır?) deyip,
o parayı verip topdan ya’nî götürü olarak satın almalıdır. Yâhud, fiyâtını
sormadan, meselâ, (Su kadar liralık peynir ver) demeli. Dartınca parasını verip almalıdır.
Metre ile ölçülen seyler böyle degildir. Müsterî bunları ölçmeden kullanabilir
ve satabilir. Pesin veyâ veresiye satılan herhangi bir malı teslîm etdikden
sonra, semeni almadan önce, bu malı bu müsterîden, dahâ ucuz veyâ dahâ uzun
müddetle veresiye olarak, aynı cins semenle satın almak fâsiddir. Bu müsterî bu
malı baskasına satmıs veyâ hediyye etmis ise, ondan satın almak câiz olur. Bâyı’
semenin hepsini aldıkdan sonra veyâ satdıgı fiyâta veyâ baska cins semenle farklı
fiyâtla satın alması da câizdir.
Nakl edilebilen birsey satın alındıgı zemân, müsterînin veyâ vekîlinin bunu
teslîm almadan önce, hiç kimseye, ya’nî ne bâyı’a, ne de baskasına satması câiz degildir.
Fekat hediyye, sadaka veyâ ödünc vermesi câizdir. Bununla borc ödenmez.
Pesin olan semeni ödenen binâyı teslîm almadan önce, ancak baskasına hediyye
etmesi, satması câizdir. Fekat kirâya veremez. Her dürlü alacak, teslîm almadan,
kimseye, veresiye satılamaz. Ya’nî deyn, deyn karsılıgı satılamaz.
Bâyı’, mislî olan her çesid semeni, teslîm almadan ve ölçmeden evvel, semen ayn
ise, diledigine pesin satabilir, hediyye, vasıyyet edebilir. Kirâya verebilir. Deyn ise,
yalnız müsterîye veyâ vekîline pesin olarak satabilir. Ya’nî müsterîden semen
yerine baska mal pesin alabilir. Ona hediyye ve sadaka verebilir veyâ evini kirâlıyabilir.
Yâhud semeni bir mikdâr azaltabilir ve müsterî kabûl ederse artdırabilir.
Bâyı’ın semenden bir mikdârını müsterîye hibe etmesi sartı ile bey’ fâsiddir. Semen
deyn ise, bâyı’ diledigi alacaklısını müsterîye havâle ve müsterîdeki alacagını
vasıyyet edebilir. Satın alınan mebî’den ve sarf ve selemden baska, herhangi bir
alacak, ayn ise, borcluya veyâ baskasına pesin olarak satılabilir. Deyn ise, teslîm
almadan önce, pesin olarak, yalnız borcluya satabilir. Veyâ bununla borclusundan
birsey satın alabilir. Baskasına satılamaz ve semen olarak verilemez. Deyni veresiye,
ya’nî deyn karsılıgı olarak borcluya da satmak bâtıldır. Ya’nî, alacagı yerine
baska birseyi ileride alması bâtıldır. Senedler, bonolar, alınacak deyni gösterdikleri
için, para gibi kullanılmaz. Bunlarla, senedi verenden baska kimseden
pesin dahî birsey satın alınamaz. Bu bonoyu bankaya kırdırmak da, deyni baskasına
satmakdır. Yalnız havâle edilebilirler. Üçüncü kısmda, altıncı, onikinci ve ondördüncü
maddelere bakınız!
Alıs verisde sâhid bulunması veyâ sened yazılması lâzım degildir. Fekat her ikisi
de câizdir ve iyi olur. Sened ücreti müsterîye âiddir.
Birisi, bir kimseye, bu malını bana bin liraya sat deyip, o da binyediyüz liradan
asagıya satmam dese, bir baskası da o kimseye, bin liraya ona sat, semeninden yediyüz
lirasını ben veririm dese, satarsa, yediyüz lirayı, o baskasından alır.
Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvânın rızkını ezelde takdîr etmis, ayırmısdır.
Insanların ve hayvânların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli oldugu gibi, her
insanın bedeninin ve rûhunun rızkları da bellidir. Rızk hiç degismez. Azalmaz ve
çogalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yimeden, bitirmeden
ölmez. Bir kimse, Allahü teâlâ emr etdigi için çalısır, rızkını halâl yoldan ararsa,
ezelde belli olan rızkına kavusur. Bu rızk, ona bereketli olur. Bu çalısmaları için
de sevâb kazanır. Eger, rızkını Allahü teâlânın yasak etdigi yerlerde ararsa, yine
ezelde ayrılmıs olan o belli rızka kavusur. Fekat, bu rızk ona hayrsız, bereketsiz
olur. Rızkına kavusmak için kazandıgı günâhlar da, onu felâketlere sürükler.
Simdi, zemâna, modaya uymadan olmuyor diyerek, çocuklarını ve hele kızlarını,
para kazanmak için harâm yerlere gönderenler çogalmakdadır. Aç kalmalarından
korkarak, onlara dinlerini ögretmiyor, Kur’ân-ı kerîm okutmuyor, yavrularını
câhillerin ellerine bırakıyorlar. Çocukları dinsiz, îmânsız yetisiyor. Istikbâllerini
kazansınlar diyerek, nâmûsları, hayâları yok edilmesine hangi vicdan râzı
olur? Sıkıntılar çekerek, ezelde ayrılmıs olan rızklarına kavusuyorlar. (Nemâz karın
doyurmuyor, kızların ev islerini ögrenmesi, ekmek parası getirmiyor. Zemâna
uymazsak, dîne baglı kalırsak sürünürüz) gibi çılgınca konusanlar da oluyor. Hâlbuki,
ogullarına, küçük iken dinleri, îmânları ögretilir. Kur’ân-ı kerîm okutulur.
Bundan sonra da, Allahü teâlânın emrlerine uygun olarak para kazanmaga çalısdırılırsa,
yine aynı rızka, hem de kolayca, râhatca kavusurlar. Anaları, babaları ve
çocuklar hem sevâb kazanır, hem de kazanclarının hayrını görürler. Dünyâda ve
âhıretde mes’ûd olurlar. Aklımızı basımıza toplıyalım! Rızklarımızı halâl yoldan
arıyalım!
Biz Allahı severiz, her emrini dinleriz,
Bes vakt nemâz kılar, Ona ısyân etmeyiz.
Mü’min iyi huyludur, herkes ondan memnûndur.
Kimseye zulm eylemez, kendi de huzûrludur.
 
Üst Alt